fortfolio işte...

biraz şehir, biraz ilişki, biraz kadın, biraz erkek, biraz yalnız, biraz komik, biraz hikaye, biraz gerçek.

30 Temmuz 2010 Cuma

İnsanın yalnız yaşarken sahip olamadığı lüksler...


 Koltukta uyuyup kalma
Ya kolunun üstüne yatarsın uyuşur ya boynun tutulur. Gecenin bir yarısı uyanıp uykun kaçarsa ertesi güne uykusuz başlamak işten bile değil. Yok ki yarım saat kestirdikten sonra seni öpe koklaya yatağa gönderen, üstünü örten biri! 

Süpermarkette gönlünce alışveriş yapma
Ben her süpermarket alışverişi ardından sekiz torbayı tıslaya tıslaya eve taşırken evlenmeye karar veriyorum. Kollarım kopma aşamasındayken çok da mantıklı bir fikir olduğuna tüm kalbimle inanıyorum. Başlarım güçlü kadın tribine!

Sabah saati duymama
Saati duymaz ya da kapatır, homurdanıp dönersin öteki tarafa… En tatlı uykudur o, fazladan beş dakika için ayakkabılarımın yarısını veririm. Gel gör ki, uyku bu… Sağı solu belli olmaz, sardı mı seni tüm gücüyle… İşe geç kalmak işten bile değil. Yok ki bir itekleyenim, telefon gelene kadar horul horul uyurum. Şişmiş suratla patrona “uyuyakalmışım” derken çizilen imaj çok ezik!

Evde bir şeyi unutma
Sevgilim evde telefonumu unutmuşum, geçerken benim ofisime bırakır mısın rica etsem? Ih-ıh bırakamaz! Yok öyle biri! Çalsın telefon akşama kadar, deli etsin komşuları.

Fişte bir şey unutma
Çok şıkım, çok havalıyım tam Nişantaşı’na kadar indim, arkadaşlarımla buluşacağım… Eyvah! Saç düzleştirme aletini fişte unutmuş olabilir miyim? Yok yok çıkarmışımdır. Ama ya unuttuysam? E her seferinde çıkartıyorum ya! Unuttuysam ev yanar ama! Üf aman geri dönüyorum ben! Hiçbir geri dönüşümde de fişte kalmış olmuyor ya en fenası da bu!

Pencereyi açık unutma
Açık unutup uyursan yine bir boyun tutulması vakasıyla karşı karşıya kalırsın. Ya da gecenin bir yarısı pervaza vuran pencerenin sesiyle sıçrayarak uyanabilirsin. Açık unutup evden çıkarsan hırsız girer, şehrin tozu girer. Olmaz yani! Evden çıkmadan pencereleri kontrol etmeye mecbursun!

Yatmadan kapıyı kitlememe
Dişini fırçaladın, suyunu yanına aldın, yatağa girdin. Nasılsa babam kapıyı kitler güvencen yok, emin olamıyorsan mecbur kalkıp o kapıyı kontrol edeceksin. Ya da benim gibi eve her girişinde kitle, daha kolay olsun!

Eve gelirken ekmek almama
Ya üşenmeyecek çıkıp bakkala gideceksin ya da bu akşam ekmek yok sana! İyisi mi pasta ye.

Yemeği gereğinden çok yapma
Haftalık mönüyü bildiriyorum: bugün yeni yapılmış taze bezelye, yarın idare eder bezelye, ertesi gün pörsümüş bezelye! Elinin ayarı olacak, az yapacaksın yemeği. Çok yaparsan ya her gün yersin mide fesadı ya da israf eder çöpe dökersin.

Faturaları ödemeyi unutma
Arkadaşlarını çağırdığın bir gün eve geldiğinde karanlık bir ortamı göze alabiliyor musun? Hayır şekerim hiç de romantik değil! Onlarca kez fatura ödemeyi unuttuğum için ya susuz kaldım, ya elektiriksiz. Kara listeye alınmış olmamın tek suçlusu unutkanlığım!

Eşyaları tek başına taşımak
 Etim ne budum ne? Dekorasyonu değiştirirken koca koltuğu tek başıma karşı duvara nasıl çekeyim ben? Her seferinde bir arkadaşa rica edip muhtaç mı kalacağım? İstemez iyidir bu koltuk yerinde dursun!

Anahtarı kaybetme
İşte şimdi yandın! Önce panik halinde anahtarı ararsın, sonra çilingiri… Eve girebilmekle çilen dolmadı, şimdi de ne olur ne olmaz kontenjanından o iki anahtar da değiştirilecek. Zaman ve para kaybı, üstüne sinir harbi olmasın diyorsan ya anahtarı boynuna asarsın ya da yakınlarda oturan bir arkadaşa yedeğini verirsin.

22 Temmuz 2010 Perşembe

İstan-mirliyim!




Taksiye biniyor ve havaalanına doğru yol alıyorum, muzır bir gülümsenin yüzüme yayılmasına engel olamıyorum…
İstanbul’u her terk edişimde mutluluk duyuyorum, içten içe sanki "sana muhtaç değilim büyük ve pis şehir" diyorum. Ben sıcak ve gerçek insanların yaşadığı, zeytini güzel şehrin insanıyım aslında... E o zaman burada ne işin var diye sormazlar mı?
Köklerin, ailen hani o en çok sevdiklerin, büyüdüğün yer, bir de bulunmaktan en çok hoşlandığın o şirin tatil beldesi oradaysa, “memleket” deyince gururlanıyorsan, gavur olmaktan, laik olmaktan, güzel otlar ülkesinde olmaktan onur duyuyorsan burada ne işin var?
Bu kocaman, tehlikeli, yırtıcı ve karanlık işler dünyasının, burnu büyük insanlarıyla birlikte ne yapıyorsun? E pes, burada bile İzmirlilerle olup ne kadar güzel bir memleketin olduğundan bahsediyorsun!
İstanbul... Üç noktanın asla yetmediği şehir... Bir mucizenin vücut bulduğu Avrasya kelimesinin tek anlamı olan görkemli şehir seni içine almışken, sana mutluluklar, muhteşem arkadaşlar, çok şey öğreten sevgililer, unutulmayacak bir üniversite hayatı ardından zevk alarak yaptığın bir iş sunmuşken... Bu nankörlük niye? Her birini tek başına sen mi yaptın sanıyorsun? Sen mi becerdin o küçük halinle bu dünyayı kurmayı? Buket Uzuner’in deyimiyle "şehirler ecesi"nin bu güzellikte hiç mi bir katkısı yok?
Acaba böyle düşünüyorum diye küser mi bana İstanbul? Ona içimden pis şehir, karanlık şehir, kalabalık ve yoran şehir dediğimi bilse ve huzur deyince İzmir’den başka bir yer düşünemediğimi öğrense alınır mı? Yoksa dalga mı geçer benimle? "Sen benim uyuşturucuma, boğazıma, kalabalığıma, deli eğlencelerime alıştın, İzmir sadece bir fantezi, güya senin bana mecbur kalmadığının göstergesi, güya beni istemediğinin mazeret noktası" der mi? "Gitsen orada yasayabileceğini mi sanıyorsun, o sakinlik, tekrar aileyle ayni evi paylaşmak, o küçük dünyaların gençleri seni keser mi sanıyorsun?" deyip kahkahasını basar mı?
Ne İstanbullu olabildim, ne İzmirli kalabildim… İkisinin arasında bir yerde, İstanmir’deyim. Şimdi İzmir benim için daimi sonsuz bir sevgi sunan, huzur dolu ama hafif monoton, şişkolaşmış bir ilişki, İstanbul ise günü gününe uymayan, vahşi, güvenilmez ama zaaflar yaratan deli bir aşk gibi… Nerede olursam diğer şehri özlüyorum, hangisine daha çok aidim bilmiyorum. Aidiyet kadar aidiyetsizlik de korkutuyor.
Belki bir gün… Birinden biri beni tamamen ele geçirmeyi başarır! Şimdi İzmir yolunun tadını çıkarma vakti!

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Ne kadar çılgınsın?

Var mısın gel seninle bir çılgınlık yapalım? Monoton hayatlarımıza renk katalım, delirelim yahu! Üç günlük dünya, çıkalım şu iş-ev-arkadaşlarla eğlence-flörtöz çapkınlık dikdörtgeninden... “Bu da böyle bir anımdı” hanesine bir artı koyalım. Gel bir çılgınlık yapalım, ilişki yaşayalım!  
Elele sokaklarda gezelim, ben başımı omzuna dayayayım, sen belimi sıkıca kavra. Cuma akşamlarını birbirimize ayıralım, arayanlara “ ‘biz’ şurada olacağız istersen katıl” diyelim. Sabahları ben huysuz olurum ama, sen “günaydın” mesajı atmayı ihmal etmezsen, ben de akşamları “iyi geceler” mesajı atarım, yaratıcıyımdır merak etme! 

Sonra iyice delirelim, hayatımızda birbirimize yeni ve temiz birer oda açalım. Evcilik oynayalım, beraber yemek yapalım, sinemaya gidelim, oturup anlamsız şeylere saatlerce gülelim, içelim, sarhoş olalım, dans edelim, konserlere bilet alalım, üşenirsek gitmeyelim. Kafalarımız güzel olmasa da arada insanlar içinde dudağıma öpücük kondurmaktan çekinme!

Hayallerimizi paylaşalım, korkularımız eksik kalmasın, sevmediğimiz şeyleri birbirimize anlatıp onay verelim. Yanlış anlar mı, ne tepki verir şüpheleri yaşamadan aklımıza geleni birbirimize söyleyebilme lüksüne sahip olalım! Madem delirdik, yaratıcı olalım, arkadaşlarımıza birbirimizi “sevgilim” diye tanıtalım, onlar da karşılığında “hakkında çok şey duydum” desin. Pazar sabahları yataktan çıkmayalım, sevişelim, birbirimizi sayısız kere çıplak görelim!  

Şimdi belki çüş diyeceksin ama başbaşa tatile bile çıkalım yahu, cesur olalım! Karnım ağrıdığında sen elini üstüne koy, ben sağlığın için endişe edip sigara içmene karışayım! Hatta abartalım, birbirimize güvenelim falan! 

Sen istediğin gibi çıkabilirsin arkadaşlarınla, ben benimle geçirdiğin zamanın güzelliğine bakarım! Ama rüyamda beni aldattığını görüp ağlayarak uyandığımda nazımı çek, “olur mu hiç öyle şey” de, beni sakinleştir. Benimle flört eden olduğunda ona pervasızca “ben aşığım” diyeyim! 

Daha neler deme, saçma sapan kıyafetler giydiğimde, sabahları çekilmez olduğumda, içkiden sonra yüzüm şiştiğinde, patavatsızlığıma engel olamadığımda, canım yemek yapmak ya da konuşmak istemediğinde, seni kıskandırmak için flörtler ettiğimde, arkadaşlarıma çok fazla vakit ayırdığımda, egom yükseldiğinde ve hatta düştüğünde bile beni sev! Birazcık şefkat beni kendime getirir, bunu unutma!  

İşle ilgili sıkıntılarını, kaygılarını anlat, ben de can kulağıyla seni dinleyip çözümler önereyim. Buzdolabında bir şişe roze şarap olsun benim için, peynir, balık ve roka sevdiğimi, tatlı yemediğimi unutma, çok su içip çok tuvalete gitmeme şaşırma! Arada oyunlar oynayalım birbirimize, sonra çok sevdiğimizi hatırlayıp gönül alalım.  

Çılgınlık bu ya, kaybetmekten, kırmaktan korkalım! Deli gibi korkalım! Ütopik biliyorum ama birbirimizi tanımak için mesai harcayalım, değer verelim, hayallerimize birbirimizi katalım. 

Çok mu uçtum yahu? Evet haklısın galiba... Yazarken bana da fazla çılgın ve zor gibi gelmişti! Hem zaten kim uğraşacak şimdi? İyisi mi sen benim kalbimi kır, ben seni harcayayım, nasılsa yüzlerce seçenek var ve zaman sonsuz, değil mi?

Olmuyor Olmuyor!


İlk günde yatıyoruz olmuyor, hiç yatmıyoruz olmuyor.
Arıyoruz olmuyor, aramıyoruz olmuyor.
Ölüyor bitiyor olmuyor, aşık oluyoruz olmuyor.
Taktik uyguluyoruz olmuyor, doğal davranıyoruz olmuyor.
One night stand muamelesi olmuyor, evlilik düşleri paylaşımı olmuyor.
Naz yapıyoruz olmuyor, üstüne düşüyoruz olmuyor.
Rahat davranıyoruz olmuyor, kasım kasım kasılıyoruz olmuyor.
Tasarımcı, oyuncu, mimar, tekstilci, fotoğrafçı, eski bir arkadaş, yepyeni bir tanıdık, mühendis, gazeteci, pazarlamacı, baba parası yiyen olmuyor, olmuyor.
Arkadaşlarıyla tanışıyoruz olmuyor, arkadaş ortamımıza sokuyoruz olmuyor.
Çılgın kız oluyoruz olmuyor, cici kız oluyoruz olmuyor.
Titiz davranıyoruz olmuyor, umursamıyoruz olmuyor.
Yemek yapıyoruz olmuyor, beceriksiz davranıyoruz olmuyor.

“Belki de kombinasyonlarda hata var” dedi arkadaşım ama olmuyor olmuyor!

18 Temmuz 2010 Pazar

MERHABA!

“Hayatımdaki bütün yarım kalmışların, isteyip de başaramadıklarımın asıl sebebinin aslında hep "küçük ertelemelerin” kurbanı olduklarını fark ettiğimden beri, hayallerimi tembelliğe kurban etmemeye daha çok özen gösteriyorum.” dedi. Durdum düşündüm… Yarıda bıraktıklarımı... Artık erteleme ve hayalleri kurban etme eylemlerini lugatımdan çıkarıyor ve korksam da çaktırmamaya çalışarak yazılarımı meydana çıkartıyorum. Hem artık kendime saklamak, biriktirmek değil, paylaşmak istiyorum. Okuyacaklarınız 26 yaşında, İzmirli, altı yıldır uluslararası bir dergide editörlük yapan, biraz takıntılı, meraklı, tasarıma ilgi duyan, detaycı, frankofon, şanslı, patavat noksanı, kafası oldukça karışık, kendini arada prenses sanan, yerinde duramayan, çokça düşünen, İstanbul’da yalnız yaşayan bir genç kadının hikayeleri olacak.

Neden Fortfolio? 
1. Gülümseten, akılda kalıcı, kısa bir kelime
2. Biraz fortçuyum sanırım, aklıma gelen konuları itekliyorum.
3. Fort=güçlü Folio=Kağıt demek.
4. Hayatımın bu döneminin portfolyosunu yazıyorum. Yaşadıklarım, dinlediklerim, gözlemlerim, fikirlerim, saçmalıklarım, sevdiklerim, nefret ettiklerim…

Unutmadan tipik bir ikizler burcu olduğum için bugün şiddetle savunduğumdan yarın nefret edebilirim. Üstelik sadece 26 yaşındayım, hala büyüyor ve yeni şeyler öğreniyor, biliyor sandıklarımın ötesini görüyorum.

Şafak Ünal, 2010
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...