fortfolio işte...

biraz şehir, biraz ilişki, biraz kadın, biraz erkek, biraz yalnız, biraz komik, biraz hikaye, biraz gerçek.

29 Eylül 2010 Çarşamba

Aşkolsun.



Hani aşkolsun

Aşk koksun. Aşk dokunsun. Ona rağmen olsun. Cesur olsun. Yakından olsun, duvardan duvara olsun. Gerekirse uzaktan olsun ama gerekmesin. Sahip çıkmak olsun. Canını yakınca “acımadı ki” diye gözyaşlarını geri itmek olsun. Geri basmadan olsun.

Tüm hücrelerinde onu hissetmek olsun. Büyü olsun. Hani bir başkasının koluna bile dokunmasına tahammül edememek olsun.
Yemek yiyememek olsun. Aptallık olsun. Fark ettiğinde geçmiş olsun. Tedavisi olmasın, doğru insan olsun. Ne kadar yanlış olursa olsun, dört yanlış bir doğruyu götürmesin, getirsin.

Aşkolsun. Tek bir cümleyle anlatılamasın, kimse seni anlamasın, sence kimse daha önce böylesini yaşamamış olsun. Şuursuz olsun. Basit, karmaşık, ortaya karışık olsun. Kabına sığamaz, yerinde duramaz olsun. 

Maksat muhabbet olsun, dengesiz ama kararlı olsun. Aşkolsun. Elde edilsin, ele avuca sığamasın. Gözlerin parlak, ayakların yere basmaz, enerjin sonsuz olsun. Buz olsun, ateş olsun, su gibi içine işlesin, başına bela olsun. İlk yudumdan sonra geriye dönüş yok olsun. Köprü olsun, ona uzansın.

Yaşamak olsun, doya doya yaşadığını hissetmek olsun. Yetinmek değil, idare etmek değil, gerçek olsun. Yağmur olsun, güneş olsun, ikisi aynı anda olsun, gökkuşağı olsun.

Herşey değişsin onu tanıdıktan sonra. O, milat olsun. Burnunda hep bir iyot kokusu olsun. Özlemek olsun, hani yanı başında kanapede otururken. Karşılıklı olsun. Sarhoşluk olsun, ertesinde geceden kalma olacağını bile bile, şişenin dibini görmek olsun. Dibini görmeyen bile sevdiğini görsün. Ona yazık değil mi?

Geçmişlerin hiç biri unutulmasın ki şükürler olsun, onu sana getirdi diye. Aynı şeyden bahsetmek olsun, heyecan olsun. Hayal olsun. Mümkün olsun. Güç olsun, temiz olsun. Dün olsun, bugün olsun, yarın olsun. Hiç beklemediğin anda olsun.

Modern zamanlarda yorulmamış olsun, aşkolsun.

22 Eylül 2010 Çarşamba

Çıkma teklifini geri getirme harekatı




Tam “sevgililik” kadar üzerine anlam yüklenen bir kelime olamaz diyerek yazıya başlayacak ve desteklemek adına TDK’nin açıklamasını ukalaca buraya yazacaktım ki... 
Sevgi ve bağlılık duyulan, sevilen ve âşık olunan kimse, yavuklu, dost, yâr, canan” açıklamasını görünce bir durdum şimdi!
Bu kadar söz veremem ben, bağlılık, aşk falan bir dakika ne oluyoruz?

İlişki diyelim o halde, hayır güncel tabirimizle “takılma”dan bahsetmiyorum, basbayağı çıkmaktan bahsediyorum. Hani her gün konuşursun, birbirine neler yaptığını anlatırsın, işin içinde sevgi de vardır, görünce kalbin tıp tıp atar, hafta sonları en az bir gün birlikte geçirirsin, bildin mi? İşte ondan bahsediyorum.

Eskiden ilişkileri tanımlamak ne kadar kolaydı. “Çıkıyoruz biz, evet evet. Başbaşa konuşmak istediğini söyleyince anladım, bir köşeye geçtik, sonra da benimle çıkar mısın dedi, evet dedim.” Hatta bir sürü geyik ardından gelirdi. Nereye çıkıyorsunuz? Asansörle mi merdivenle mi gibi manasız espriler yapılırdı. Ne güzelmiş o günler, hiç aklıma gelir miydi o densizleri özleyeceğim...

Nedir bir ilişkiyi tanımlayan? 
Sakın bana illa ki tanımlamak gerekir mi, keyfini çıkar, akışına bırak demeyin, bırakamıyorum işte! Olmuyor, benim her ilişkiyi yaftalamam lazım. Bu en yakın arkadaşım, öteki iyi anlaştığım iş arkadaşım, beriki eski sevgilim, şuradaki benden hoşlanan çocuk, bu ev arkadaşım, şuradaki de yakın arkadaşlarımdan biri. Ha o mu? O sadece parti arkadaşım.
Elimde etiket bekliyorum, yapıştırdıktan sonra rahat bir nefes alıyorum. Merhaba ben obsesifim!

Geçenlerde bir kız arkadaşım -ki kendisini tanımlamak gerekirse ortaokuldan beri hiç kopmadığım, çok samimi bir arkadaşım- yeni ilişkisinden bahsediyordu. “Biz ona göre çoktan sevgili olmuşuz, ben bunu bir hafta sonra öğrendim” deyince kahkahalarımı tutamadım. Nasıl yani deyince, “işte doğum günümde beni öptükten sonra her gün beni aramış ya, ona göre ilişki çoktan başlamış. Ben biraz geç fark ettim” dedi. İlişki bir tarafa göre başlıyor, öteki başlasın istiyor ama durumdan habersiz bir belirsizliğin içinde!
Allah aşkına bu durumu bir tek ben mi acıklı buluyorum?

Öteki arkadaşım, “biz her gün defalarca konuşuyoruz, mesajlaşıyoruz. Beraber dışarı çıkıyoruz, elimi tutuyor, öpüşüyoruz, sanırım biz sevgiliyiz. Öyle miyiz acaba?” diyor. Sanırım mı? Daha ne olacaktı ki? Arkadaşım bir belediyeyi gidip imza atmak gerekmiyor, basit bir işlem sevgili olmak. Merhaba bugün sevgilimsin, hoşçakal yarın değilsin!


İşler ne zaman bu kadar karmaşıklaştı? Bugün herkes bu durumu normal karşıladığına göre o karmaşa olurken ben neredeydim? Saatlerce sohbet ediyorsun, beraber dışarı çıkıyorsun, eve yemeğe çağırıyorsun, sinemaya gidiyorsun, arkadaşlarıyla tanışıyorsun, üstüne bir de öpüşüyorsun. E sonra da bir gerilip kalıyorsun! Neyiz biz şimdi? Ben arkadaşlarımla öpüşmem demek ki arkadaş değiliz, ama bir sevgili lafı da duyamadım, demek ki çıkmıyoruz!

Peki benim bu konumda ne kadar beklemem gerek? Onu hızlı aramalara kaydedebilir miyim? Facebook ilişki durumumu değiştirebilir miyim? Ya da o süreçte başkalarıyla flört edebilir miyim? Sorularım bunlar, süreniz başladı!

İkimizde hoşlanıyorsak birbirimizden, neden denemiyoruz? Bir dakika yoksa sevişmek mi ilişkiyi tanımlıyor. Yok yok, o iyice çorba yapıyor!

Çıkma teklifini geri getirme harekatı başlatıyorum! Yoksa kafa karışıklığım hiç bitmeyecek! 
İlk iş olarak harekatıma öncülük ederek, gidip şu bir türlü yaftalayamadığım, arkadaşlarımla tanıştırırken nasıl tanımlayacağımı bilemediğim çocuğa “benimle çıkar mısın” diyeyim bari!
Sonra da çıktığımla sinemaya gideceğim, hadi görüşürüz! 

19 Eylül 2010 Pazar

26 yaşından sonra olanlar oldu

17, 20, 28, 34, 45 farketmez. Yaş sadece herhangi bir numaradır. Ama numara yapma değiştiğini sen de görüyorsun. 

Mesela?

  • Yatağını yastığını seçmeye başlıyorsun, eskisi gibi nerede olsa uyurum, şuraya kıvrılırım tribine son.
  • Mekanda sevmediğin yemeği içkiyi “neyse bu seferlik olsun” deyip tüketmek yerine geri göndermeyi öğreniyorsun. 
  • İster istemez insanların parmaklarına bakmaya başlıyorsun yüzük var mı diye. 
  • Biriyle tanıştığının ikinci dakikasında ne iş yaptığını soruyorsun.
  • "Daha 40 yaşında, gayet genç" gibi bir cümle kurmayı garipsemiyorsun.  
  • Tanıştığın erkeğin tipinden çok sosyal statüsü önem kazanıyor. Çok yakışıklı ama çulsuz serserilere, baltaya sap olamamışlara bay bay. 
  • Lisede çıkan klipler unutulup yeniden trend olan şarkılar listesinde rock barlarda çalınıyor. 
  • Önceden “kardeşim o benim yea” dediğin eski arkadaşlara "bu kadar senedir ciğerimizi biliyoruz, aslında fena değil denenebilir" bakışı atıyorsun. Sonra vazgeçiyorsun. 
  • Anneni daha sık aramaya başlıyorsun. 
  • Malak gibi güneş altında yatmıyorsun, 30 faktör burnuma, 20 faktör göbeğime kremlerine önem veriyorsun. Ne kaz ayakları ne de kayış gibi deri istemeyiz değil mi? 
  • Vücut eskisi gibi kendini yenilemeyince spora saldırmaya başlıyorsun. 
  • Yaz aşkı, tek gecelik adam, takılmalık ilişkiler haddinden fazla batmaya başlıyor. Olacaksa adam gibi, yoksa olmasın kafası. 
  • Gece çıkıp sabahlara kadar dans etmek, 5 mekan değiştirmek, itiş kakış konser alanında ılık bira içmek, uykusuz kalıp ertesi gün ofiste idare etmek bana uymaz tribine giriyorsun. Haftasonu çıktığında ise ertesi günü kanapeye yapışık geçirmeden, “bir daha asla içmiciiim” yeminleri etmeden kendine gelemiyorsun. 
  • Aslında hala evlenmek derdinde değilsin ama her önüne çıkan, hatta kimi arkadaşların böyle istediğin yargısıyla konuştuğunda bozuluyorsun. 
  • Sevmediğin akrabalara tahammülün artıyor. 
  • Daha az saf, daha az enayi ama daha çok umutlu oluyorsun. 
  • Evine daha çok özeniyorsun.
  • Sırf birinin gönlü olsun diye bir şey yapamamaya başlıyorsun, sadece görüşmekten zevk aldığın insanlarla bir araya geliyorsun. Ne kadar sevsen de, sıkıcı ve bunalımdakilerden uzaklaşıyorsun. 
  • Yalnızlığından daha çok zevk almaya başlıyor, benim alanım, benim tatilim, benim isteklerim, benim alışkanlıklarımla başlayan cümleleri daha sık kuruyor, daha bencil oluyorsun. 
  • Ezbere bildiğin şarkıların sayısı artıyor.
  • Önceden kendini değiştirmeye meyilliyken “beni böyle kabul edin” kafasına giriyorsun.
  • Düzenli cilt bakımı yaptırmaya başlıyor, önceden "o paraya tatile giderim ben be" kremlerine harcanan paraya kıyıyorsun. 
  • Artık vücut tipini ve neyin yakıştığını biliyorsun, moda diyen yakışmayan taytı satın alıp, dolapta çürütmüyorsun. 
  • Seninle özdeşleşen bir parfümün, bir rengin, sevdiğin içkin, güzel yaptığın bir yemeğin oluyor. 
  • Kariyer yapmanın bağımsızlık ve kendi kendine yetebilmekle ödüllendirildiğini anlıyorsun. 
  • En az bir yakınını kaybetmiş oluyorsun. 
  • Bar kapısında kimlik sorduklarında seviniyorsun. Ne dengesizsin, daha şurda kaç sene önce bin bir takla atıyordun girebilmek için. 
  • Hayatını sevgili odaklı yaşayan, her günü onun çevresinde kurgulayan arkadaşına acıyorsun.  
  • "Çok vakit var nasılsa şunu bir deneyeyim" mantığından çıkıp yaptığın işi sık sık sorguluyorsun, daha çok para kazanmak istiyorsun. 
  • Sıkıntılı olayları (sağlık konuları dışında) daha az umursuyorsun, kesinlikle daha mutlu oluyorsun. 
  • Ertesi gün iş var diye o son tekilayı içmiyorsun =)
Hadi interaktif olalım, sen de benim unuttuklarımı yaz.





    15 Eylül 2010 Çarşamba

    Madde madde spor dopingi



    Vur-kır-parçala bu savaşı sen kazan! Spor salonunda yalnızsın, ter atarken düşün dur ve kendini gaza getir. Yapabilirsin biliyorum. Muhteşem tüyolarımı gözden geçir, forma gir! Hadi biraz sığ sularda yüzelim, dış görünüşe önem verelim. Ne de olsa imaj çok şeydir.


    KADIN İÇİN

    Şunları düşün:
    ·      Hani o kafayı taktığım pislik eski sevgili var ya, yeni halimi görünce dudaklarını ıssıracak, beyni dağılacak, sümük sümük ağlayacak. Yani o kadar olmasa bile bir iç çekişi...
    ·      Tatlı krizine girip çikolata yediğimde, sabahlara kadar bol kalorili mojitolar yuvarladığımda, regl öncesi eve promosyonlu burger king siparişi verdiğimde, anane yemeklerine yumulduğumda, hangover sebebiyetli midede oluşan deliği makarnayla doldurduğumda pişmanlık duymayacağım!
    ·      Kiloları uzun saçla örtmem gerekmeyecek, bir dahaki kuaföre para bayılma ayinimde gider en bob’undan saçımı kestiririm, elmacık kemiklerimi dikkate boğarım.
    ·      Hani o kabinde istediğim elbiseye yakışmamıştım diye sinir içinde mağazayı terketmiştim ya, 40 güne yakışır, 41 kere maşallah olurum.
    ·      Hani şu gıcık skinny spor hocasının tek kaş havada yelloz halleri var ya! Yerim ben onu, bekle sen 20 dakika daha ay yürüyüşü yapayım.
    ·      Ruh güzelliği, yüz güzelliğim yeter deme! Yetmez. 
    ·      Göbeği içe çekmeden sahilde oturmak nasıl bir histi? Hah işte o hisse yolculuk bir-ki/ bir-ki!
    ·      Şimdi vermezsem kiloları, bir daha ne zaman vereceğim? Yaş tamamdır. (her yaşa gider bu gaz.)
    ·      Fotoğraflarda daha güzel çıkacağım. Hiç bir fotoğraf makinesi şişkot yüzümü jenik’leyemez.
    ·     Şu salonun duvarlarına astıkları kaslı göbekli, ince bacaklı, çıkık küçük popolu kadınlardan eksiğim ne? Onun yüzü çirkin zaten. 
    ·      Tartıya ayağını korkak alıştırma, gönül rahatlığıyla çıkmak için aç pergelleri!
    ·      50 yaşında Madonna yapıyorsa, obez Kelly Osbourne sıska olduysa ben niye beceremeyeyim? 
    ·   Herkes “oha ne güzel zayıflamışsın” diyecek. Geçenlerde kilo aldığın imasını yapan densiz gelip de tüyo istemezse adam değilim.

    Şunları dinle:
    I will Survive-Aretha Franklin
    It's Raining Men-Geri Halliwell
    Evli Mutlu Çocuklu- Demet Akalın
    Can't Take My Eyes Off You-Andy Williams
    We No Speak Americano-Yolanda Be Cool & DCUP


    Şunu bil:
    Kendini iyi hissettiğin kiloda, yukardakilerin hiç biri olmasa bile en azından kendini daha iyi hissedeceksin.

    ERKEK İÇİN

    Şunu düşün:
    Şimdi ben kilo verir kas yaparsam tüm kızlar bana hasta olur. Yalnız gecem geçmez.

    Şunları dinle:
    Eye of the Tiger-Survivor
    Seviş benimle-Tarkan


    Şunu bil:
    Hem sağlıklı, hem arzulanan ikisi bir arada. Bir kere kadının doğasında var, en güçlüyü seçmek, ilkel çağlardan beri.

    12 Eylül 2010 Pazar

    Mevsimsel sözlük

     Ben. Hani her bayram vakti eleştirilmesi çok moda, burun kıvırılması muhakkak olan bir grup var ya, ben o ekibe dahil, hafif yozlaşmış bir bireyim, öyle nostaljik bayramlarım olmadı hiç. Bayram, benim için kolalı mendil içi şeker, yeni elbise, bayramlık ayakkabıyla uyumak, tüm aile bireylerini ziyaret demek değil, tatil demek. Foça demek. Kışsa Pamukkale ya da Uludağ, yaz ise-bahar ise illa ki Foça demek. Eski Foça demek. Annesi-babası çalışan bir çocuğun, çekirdek aile keyif yapması demek.

    Bayram ilk sabahı. Anne, baba, kardeş, teyze, kuzen, enişte, dayı, yenge, küçük kuzen ve dede ile birlikte anneannenin yaptığı nokullarla kahvaltı etmek demek. İlla ki. Kaç nokul yedin geyiği yapmak, masada dört çeşit peynir, her kafadan beş ses, ağız dolusu kahkahalar, domat, biber, kasap sucuğu.

    Nokul. Ispartalı benim anne tarafım. O tarafa ait, dışı çıtır, içi yumuşak, susamlı, cevizli, tahinli bir çörek, mis gibi kokar. Ananem çok güzel yapar. Kardeşim ondan el alacak. Sabah 6’da uyanıp hamuru mayalanır, tepsi tepsi hazırlanır. Bir bayram ilk günü nokullu kahvaltı etmiyorsam demek ki İstanbul’dayım, eksik kalmışım.

    Eylül. Sakinledim mi yine? Yazın ateşi, ateşin hırçınlığı gitti mi. Öyle sabah kahvaltıdan sonra koşarak sahile gideyim, “bir sefer fazla denize girmeliyim, daha bronz olayım” telaşı nereye gitti. Kahvemi içerek terasta pergolanın tahtalarını sayayım, manzaraya anlamsız bakışlarla dalayım, gece bar bar gezmek yerine kitap okuyayım dinginliği nasıl geldi. Hem de bana.
    En güzel ay, deniz çarşaf, hava şurup. Ruhum da öyle. Nasıl da özenilesi.

    Akşamüstü. Günün en sevdiğim saati. Elimde bir kitap, bu sefer “Ejderha Dövmeli Kız” çok sürükleyici. Kulağımda Ella Fiztgerald “I’ve gotta be me”, diğer elimde buz gibi Efes. Bir sayfa okuyup, uzaklara dalıp, tüm kışın ve hatta yazın hesaplaşması. Kulaklığı çıkar, dalga sesi dinle.

    Eski Foça. Ege'de en güzel gün batımı, hep hafif bir rüzgar. Sit alanı, askeriye, izinsiz tek çivi çakamazsın. 1800’lerden kalma taş Rum evleri, en az 30 tane. Munis sokak kedileri. Çiğdem çitleyerek tur atan yaşlılar. Balık, çatlayana kadar. Barbun, en güzeli. Tarz, salaş. Tekne turu, mecbur.

    Muhakkak. Oscar Meyhane, Bardacık, Siesta, Kokoloz, Deniz Restaurant, Dip Bar gidilesi. Hanedan, yüzülesi. Rol, dinlenesi. Siren Kayalıkları, görülesi. Bir yere not al, sonra beni arama.

    Efsane 1. İyon Krallığı’nın başkenti Phokaia, sembolü Horoz. Antik çağda Foça’dan Marsilya’ya geçen sembol bugün Fransa’nın sembolü.
     
    Efsane 2. Truva savaşı dönüşü. Kuş vücutlu, insan suretli intikam peşinde dişilerin büyüleyici seslerinin etkisiyle kayalara çarparak parçalanan gemiler. Odysseus, tüm mürettabatın kulaklarını balmumuyla tıkayıp, kendini direğe bağlayarak tek kurtulan kaptan. Sirenler, güzel, tehlikeli ve cezbedici. Akdeniz foklarına da yuva. 

    Efsane 3. Antik çağlardan bugüne nerede olduğu bilinmeyen bir kara taş var derler. Foça’da bir yerde saklı bu taşın üzerinden geçen bir daha buradan ayrılamaz, döner dolaşır kendini Eski Foça’da bulur derler, doğrudur. Zaten ayrılmak isteyen kim.

    Şu anda İstanbul. Nasıl da uzak. Dönülmeyesi. Pis, kaka, kalabalık. 

    Dönüş. Pazar sabahı erkenden. Referandumda HAYIR demek için. Tabii ki.  

    8 Eylül 2010 Çarşamba

    Senden hoşlandığım için özür dilerim!

    “-Korkuyorum ben, ilişki istemiyorum.
    -Çok üstüme düşüyor, habire arıyor, neredesin diye telefonu açtı geçen gün, şaşırdım resmen, sana ne bi kere! Ne bu gelin-güvey olmalar...
    -Ben sarılıp uyumayı sevmiyorum, belki öküzlük, domuzluk ama sevmiyorum. Utanmasam seviştikten sonra evden gitmesini isteyeceğim. Tüm gece yatakta dönüp duruyorum.
    -Ya evet bende ilişki istemiyorum ama bir fuck buddy’im olsa süper olur. Gel deyince gelsin, yatıya kalmasın, ekstra bir şey beklemesin. Kimseye de hesap veresim yok zaten.
    -O değil de nasıl sevişiyordur acaba, en çok bunu merak ediyorum tamam seksi duruyor ama belli olmaz ki... Tehlikeye girmeden bir önizleme alsam çok memnun olacağım.”

    Bunlar iki erkeğin sohbetleri olsaydı, bir yazı konusu değeri taşımazdı. Oysa bunlar basbayağı iki kadının sohbetleri. Bayağı dediysek akıl başka tarafa kaymasın,“kaşar” diye damgalanamayacak, gayet düzgün, aklı başında kadınlar... Peki bu sohbet de neyin nesi?
    Birbirlerini mi kandırıyorlar? Hayır.
    Samimi değiller mi? Hayır.
    Bıkmışlar mı? Hayır.
    Sapına kadar gerçek ve inanarak yapılan sohbetler... Evet tabii ki bir parça muzırlık söz konusu ama bir o kadar da içten.

    O zaman ne bu?
    Tek bir cevabı var. Hani böcekten olanı vardır, film kategorisi olarak geçer, yüksekten olanı vardır... Evet evet bildiniz, tek kelime KORKU!

    Etraf erkekleşen kadınlarla dolu diyoruz ya... Hani bir türlü çözülemeyen, acayip kadın hareketleri, hepsinin para kazandıkça kendini daha bir üstün görmesi ve duygusallığı bir kenara atıp çentik yarışına girmesi... Hani düzgün kadın kalmadı sendromu... Evet arada gerçekten bundan keyif alan, ruhu alınmışlar mevcut ama bir çoğunun tek derdi aslında korku!

    İlişki nasıl olur korkusu değil üstelik, ilişki olmuyor ki korksunlar...

    Sen at onu evden, o kalkıp gitmesin diye. İşte bu kadar!

    İstenmeme, terk edilme, kullanılma ve sevilmeme korkusu, üstüne de bir tutam muzırlık, işte hepsi bu!

    Birisinden hoşlandığım için özür dileyecek duruma geldim. En yakın arkadaşıma bile itiraf edemiyorum, “evet hoş biri, evet ilgimi çekti ama tabii hoşlanıyorum diyemem, kendimi kaptırmadım zaten” diye geçiştiriyoruz. Yuh be! Hoşlandın işte kızım, sürekli görüşüyorsun, konuşuyorsun hangi hoşlanmama? Ama yooook, hoşlanırsan beklentiye girersin maazallah! Sonra da adam geri adım atarsa, hoşlanıyor gibi davranmaktan vazgeçerse... Yine göt olursun! Artık kimsenin buna tahammülü yok.
    Denemek bile zor gelirken istediğinden emin olamadan reddedilmek… Harikadır, tavsiye ederim!

    5 Eylül 2010 Pazar

    BBE! (biri bizi eleştiriyor)



    Bu yazı sevgilisi olup hayatını ihmal eden tüm kız arkadaşlarıma ithafen yazılmakta ve kendime hatırlatıcı uyarı niteliğinde saklanmaktadır!

    Bırakmayacaksın kendini! Salmayacaksın öyle sevgili buldum diye... Manikürünü, dip boyanı, arkadaşlarını ihmal etmeyeceksin! Hele buldumcuk hiç olmayacaksın! “Eskiden çiçeklerle kapıma dayanırdı, şimdi kumanda en yakın arkadaşı” demeden önce dönüp bacağına bir bakacaksın. Sen kılları saldıysan meydana, onun da miskinliğini salmasına laf etmeyeceksin!

    Kız kıza eğlencelerinden vazgeçmeyeceksin! Sen değil miydin gece çıkmaların, evde şarap içmelerin, dedikodu soslu kahveye gitmelerin ateşli bir savunucusu? Sen değil miydin, kız kıza bara gitmişlere “aranıyor” muamelesi yapanlara elinin tersiyle çakmak isteyen? Vanminüt, sen, sen değil miydin yoksa?
    Şimdi sevgilisiz dışarı çıkmayan, arkadaşlarınla çıkmayı ona sormaya çekinen ve hatta o da çıkar da birileriyle takılırsa diye korkan ya da “aman şimdi ne gerek var tatsızlığa” diye düşünen, sevgilisizken sürekli görüştüğün, görüşmeyince özledim diye tutturduğun arkadaşlarını özlemeyen biri mi oldun? Hangisi sensin? Bukalemun musun? Hatta ağır konuşuyorum bak, karakterin yok mu senin?

    Başkalarına göre şekillenen biri olmak mı zor, kendin olmak mı zor? Sevgili özveri işidir tamam da, arkadaşlık değil midir? Sevgili şehir dışına gidince ya da işi çıkınca kız arkadaşları aramak ne kadar vefalıca?

    Bırakmayacaksın kendini! Bavulun hep kapının kenarında duracak. “Muhtaç değilim sana” demeyeceksin belki ama bunu hissettireceksin. Kimi zaman sırf güç gösterisi adına tabureye çıkıp ampulü değiştireceksin.

    Salmayacaksın kendini! Tüm hesapları ona ödetmeyeceksin. Kendini sofraların efendisi hissetmeyecek. Hissetmeyecek ki o olmadan sofraya oturmazsın sanmayacak.
    Vazgeçmeyeceksin kendinden! Her şey sadece onunla güzel demeyeceksin! O olmadan yaptığın zevklerini ihmal etmeyeceksin.

    Sadece ondan bahsetmeyeceksin. Erkeğin en büyük başarısı arkadaşıyla playstation oynarken ya da halı sahada maç yaparken tüm enerjisini oyuna vermek, bunu unutmayacaksın. Kız arkadaşınla eğlenirken sadece ondan bahsetmeyeceksin.

    Bir de unutmayacaksın! Evet biliyoruz, o çok farklı ve asla kötü bir şey yapmaz. Ama ondan iki önceki de yapmazdı, öyle değil mi? Anladın sen! Hafızana sahip çıkacaksın!

    Sevmeyi ihmal etmeyeceksin! Hiç sevmemiş, hiç güvenmemiş ve hiç hayal kırıklığı yaşamamış gibi güvenip sarılacaksın. Ama ihtimallerin yüzlerce olduğunu, masalların hep mutlu sonla bitmediğini aklının saklı bir köşesinde tutacaksın.

    Masada boş bardaklar, kirlenmiş tabaklarla uyandığın sabah ne olacak? O sabah arayacağın birileri olacak. Hem de daha dün konuştuğun biri olacak bu... Öyle sevgili adına dondurucuya konmuş, kalbi soğutulmuş bir arkadaş olmayacak. Aşklar tavsar, dostlar kalır. Belki aşklar da kalır ama... Sen kendin gibi kalmayı başarırsan! 
    Hadi şimdi git, hayatın da aşkın da sevişmenin de tadına var! 

    1 Eylül 2010 Çarşamba

    Bikini Bölgesi Kilosu

    Dün uzun zamandır görüşmediğim bir erkek arkadaşımla buluştum, güzel yemek, rahat sohbetle arayı kapatalım diye Teşvikiye’deki Mahalle’ye gittik.
    Daha arabadan indik, ağzından ilk çıkan cümle “sen zayıflamışsın, 2-3 kilo vermişsin, geçen yaz görüştüğümüzde ben de daha zayıftım, değil mi?” oldu. Tek kaş havada, şöyle bi döndüm baktım ne diyor diye... O, bu bakışımı dikkatsizliğime verdi, “yok sen anlamıyorsun ben daha zayıftım” dedi. 
    Eeee ne olacak şimdi? Sohbetimizi mi etkileyecek senin aldığın 3-5 kilo? Haydi o zamaaaan yemek yemek yerine bi koşu turlayalım Maçka parkının çevresinde...
    Erkekler de bir değişti, onları da sardı bu kilo manyaklığı... Eskiden kadın sohbetiydi, delikanlıya tersti böyle kalori hesapları...
    —Sigarayı bıraktım ama acayip yemek yiyorum, kilo vermek için sigaraya yeniden başlayacağım mecburen!
    —Abi, şimdi ben bu protein haplarından alıyorum, sonra sporu düzenli yapınca daha çok kas yapıyorsun, bak zayıfladım ama kas kütlem arttı.
    —Yok yok bu kış bana yaramadı, ekmeği, şekeri kesiyorum. Solaryuma girdim de rengim döndü biraz!

    Kadınlar bin beter!
    —Şu ilacı alıyorsun, her gün 4 ölçek bir litre suya atıyorsun, tadı biraz öksürük şurubu gibi saçma bir şey, ama onu içince canın yemek istemiyor.
    —Mezoterapi çok işe yaradı şekerim ama çok para verdim, geri almamak için kiloları, salatalıkla besleniyorum bu ara.
    —Ay bu kadar zamandır rejim yapıyorum daha 2,5 kilo vermişim, yaz vakti ne yapacağımı şaşırdım.

    Evet evet, çok şaşırdık biz... Beni de bir ara lahana çorbası çılgınlığı sarmıştı. Hayatında rejim yapmamış ben, yedi gün boyunca ofiste, evde, dışarda berbat kokulu lahana çorbası içen, yanında da gününe göre iki meyve, bir sebze, 250 gr et hesaplayan ama bu süreçte ota dönüşen bir insan müsveddesi olmuştum. Tek düşündüğüm yemek olmuştu, tek konuştuğum da, o gün ne yediğim ve nasıl da başarıyla rejimi bozmadığım... Evet 4,5 kilo vermiştim bir haftada, ama o kiloları 1 ay içinde geri almaktan eksik kalmadım! O günden beri dolması dahil, lahana gördüğüm yerde depara geçiyorum.
    Neden bir insana bakar bakmaz ilk gördüğümüz detay, kıyafetinin rengi ya da yüzündeki ifade, hatta değişen saç kesimi yerine yağları oluyor? “Ya sen çok kilo verdin bu ara ya da kilo mu aldın sen bakayım” gibi laflar daha bir içten “nasılsın” demeden geliyor. Sen benim vücuduma bakıp yağ-kas kütlesini hesaplayacağına, gözümün içine baksana!

    Açıkçası bana çok da ayıp geliyor, daha birini görür görmez kilosundan bahsetmek... Eminim ben de yapıyorum bunu ama vallahi mahalle baskısı kurbanıyım!
    Korkuyorum yakında arkadaşlarımızı kilosuna göre seçeceğiz.
    -Beli incecik olduğu için süper sohbeti var!?!

    Eskiden kadının biraz kilolusu makbulmüş, "bir dirhem et bin ayıp örter" sözü başka nereden gelecekti? 18. yüzyılda zayıflık, fakirlikle özdeşleştirilirmiş, şimdi ne olursan ol zayıf ol! 
    Gerçi ekonomik krizin etkisiyle kavramlar gene değişecek ve eskiye dönülecek deniyor. Dünyaca ünlü moda dergileri ve markalarının “büyük” beden mankenleri ön plana çıkarmaya başlaması, yalandan da olsa bir gösterge. Hadi hayırlısı... Bu sefer de nasıl alsak diye haplara saldırırız.
    Oysa ki kendini, bedenini sevmiyorsan kaç kilo olursan ol mutlu olmayacaksın! Ne yaparsan yap, ister fast food kurbanı ol, ister organik beslen, ister kibrit kutusunun boyutlarını ezberle, ister akşam yediden sonra ağzına bir şey koyma, günde 5 litre su iç! Sadece kafayı bu kadar takma, enerjini bunlarla bitirme...
    Sağlam vücut da sağlam kafada bulunur hani!

    Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...