Ben. Hani her bayram vakti eleştirilmesi çok moda, burun kıvırılması muhakkak olan bir grup var ya, ben o ekibe dahil, hafif yozlaşmış bir bireyim, öyle nostaljik bayramlarım olmadı hiç. Bayram, benim için kolalı mendil içi şeker, yeni elbise, bayramlık ayakkabıyla uyumak, tüm aile bireylerini ziyaret demek değil, tatil demek. Foça demek. Kışsa Pamukkale ya da Uludağ, yaz ise-bahar ise illa ki Foça demek. Eski Foça demek. Annesi-babası çalışan bir çocuğun, çekirdek aile keyif yapması demek.
Bayram ilk sabahı. Anne, baba, kardeş, teyze, kuzen, enişte, dayı, yenge, küçük kuzen ve dede ile birlikte anneannenin yaptığı nokullarla kahvaltı etmek demek. İlla ki. Kaç nokul yedin geyiği yapmak, masada dört çeşit peynir, her kafadan beş ses, ağız dolusu kahkahalar, domat, biber, kasap sucuğu.
Nokul. Ispartalı benim anne tarafım. O tarafa ait, dışı çıtır, içi yumuşak, susamlı, cevizli, tahinli bir çörek, mis gibi kokar. Ananem çok güzel yapar. Kardeşim ondan el alacak. Sabah 6’da uyanıp hamuru mayalanır, tepsi tepsi hazırlanır. Bir bayram ilk günü nokullu kahvaltı etmiyorsam demek ki İstanbul’dayım, eksik kalmışım.
Eylül. Sakinledim mi yine? Yazın ateşi, ateşin hırçınlığı gitti mi. Öyle sabah kahvaltıdan sonra koşarak sahile gideyim, “bir sefer fazla denize girmeliyim, daha bronz olayım” telaşı nereye gitti. Kahvemi içerek terasta pergolanın tahtalarını sayayım, manzaraya anlamsız bakışlarla dalayım, gece bar bar gezmek yerine kitap okuyayım dinginliği nasıl geldi. Hem de bana.
En güzel ay, deniz çarşaf, hava şurup. Ruhum da öyle. Nasıl da özenilesi.
Akşamüstü. Günün en sevdiğim saati. Elimde bir kitap, bu sefer “Ejderha Dövmeli Kız” çok sürükleyici. Kulağımda Ella Fiztgerald “I’ve gotta be me”, diğer elimde buz gibi Efes. Bir sayfa okuyup, uzaklara dalıp, tüm kışın ve hatta yazın hesaplaşması. Kulaklığı çıkar, dalga sesi dinle.
Eski Foça. Ege'de en güzel gün batımı, hep hafif bir rüzgar. Sit alanı, askeriye, izinsiz tek çivi çakamazsın. 1800’lerden kalma taş Rum evleri, en az 30 tane. Munis sokak kedileri. Çiğdem çitleyerek tur atan yaşlılar. Balık, çatlayana kadar. Barbun, en güzeli. Tarz, salaş. Tekne turu, mecbur.
Muhakkak. Oscar Meyhane, Bardacık, Siesta, Kokoloz, Deniz Restaurant, Dip Bar gidilesi. Hanedan, yüzülesi. Rol, dinlenesi. Siren Kayalıkları, görülesi. Bir yere not al, sonra beni arama.
Efsane 1. İyon Krallığı’nın başkenti Phokaia, sembolü Horoz. Antik çağda Foça’dan Marsilya’ya geçen sembol bugün Fransa’nın sembolü.
Efsane 2. Truva savaşı dönüşü. Kuş vücutlu, insan suretli intikam peşinde dişilerin büyüleyici seslerinin etkisiyle kayalara çarparak parçalanan gemiler. Odysseus, tüm mürettabatın kulaklarını balmumuyla tıkayıp, kendini direğe bağlayarak tek kurtulan kaptan. Sirenler, güzel, tehlikeli ve cezbedici. Akdeniz foklarına da yuva.
Efsane 3. Antik çağlardan bugüne nerede olduğu bilinmeyen bir kara taş var derler. Foça’da bir yerde saklı bu taşın üzerinden geçen bir daha buradan ayrılamaz, döner dolaşır kendini Eski Foça’da bulur derler, doğrudur. Zaten ayrılmak isteyen kim.
Şu anda İstanbul. Nasıl da uzak. Dönülmeyesi. Pis, kaka, kalabalık.
Dönüş. Pazar sabahı erkenden. Referandumda HAYIR demek için. Tabii ki.
İstan-mirli familyasından biri olarak yazıların çok ben kokuyo...:)
YanıtlaSilFoça mı? Kimbilir geçmişte bi gün belki Hanedanda gördüm seni ya da gelecekte bi gün Deniz Restaurantta yan masada olursun...
teyet geçen hayatlar=) Hanedan plajlarda, Deniz de restaurant'larda favorim=) neden olmasın.
YanıtlaSil