fortfolio işte...

biraz şehir, biraz ilişki, biraz kadın, biraz erkek, biraz yalnız, biraz komik, biraz hikaye, biraz gerçek.

30 Ocak 2011 Pazar

Kadın ol!

Ben en önemli kurallardan birini hep unutuyorum. Sen unutma!
Asla kendini bir erkeğe göre programlaMA!
Bırak o kendini sana göre programlamaya çalışsın, seni programlamak için uğraşsın, sen işin seyrine bak ve sadece onun çabasına karşılık ver. Sen organizatör müsün kadın? Zamanını, programını, işini, paranı ayarlamak için tepinme, iki dakika sakin dur!

Sen çabalama. Ne demişti Emre Yılmaz? Kadına yakışan aşk'tır, aşık olmak değil.
Sen hayatında oda açmak için delice uğraşma, deli misin yoksa? (en azından, gerçekten hakedene kadar!)

Odayı o açsın, kafasını vurup girerek. Açmasına aldanma, yetmez! Ne ona, ne sana! İçini döşesin, koltuk, masa, sandalyelerle eşyalarını seçsin. Heveslensin, yatağı süslesin ve seni içine girmen için ikna etsin. Odada her daim bir demet taze çiçeği ihmal etmesin, gönlünü almak için!
Sen seyreyle... Doğa bunu emrediyor çünkü! Av-avcı ilişkisine izin ver, doğaya başkaldırma! 

Biraz kadın ol! Onun için değil, kendin için! Gloria Gaynor burada araya girsin ve fon müziğimizi oluştursun... “He can be Romeo if you act like Juliet.”  
Önce kadın ol, kapını açmasına da izin ver, dans pistinde seni yönlendirmesine de, iyi geceler öpücüğünden sonra daha fazlasını istemesini bekle... 

Kadın olduğunu önce hisset, sonra hissettir. Lamba patlayınca erkek gibi sandalye tepesine çıkma, hesabı paylaşalım diye kendini paralama, iki güzel lafa saçını süpürge etme, tüm ev işlerinden anlama, seks için üzerine atlama, paran olmayınca bunu söylemekten utanma, zayıf hissettiğin günlerde şaklabanlıkla bunun üzerini örtme! İşin özü, kırılgan olma, dozunda kapris yapma ve tırnağın kırılınca istersen mızmızlık yapma lüksüne sahip çık. Sen yapmazsan, o yapacak çünkü!

Neden bir anda anti-feminist söylemlere girdim biliyor musun sevgili fortfolio okuru? 
Mutluluğun için... Esas olan mutluluk çünkü... 
Ne yapalım, erkek böyle davranan kadını el üstünde tutuyor. Diğeri nasılsa başının çaresine bakar, üzülmez, ölmez, ağlamaz deyip uzama moduna geçiyor. 
Doğaya karşı gelmek için biz çırpındıkça, "kendi ayağımın üzerinde duracağım" söylemleriyle doğru yaptığımızı sandıklarımız tepemizde patlıyor. Bu dediklerimi yapınca, kendi ayağın üzerinde durmuyor olmuyorsun hem, merak etme. Sadece biraz pohpohlamış oluyorsun, kendi hayatını kolaylaştırmak da cabası!  

Kadın ol ki, erkeği erkek gibi hissettir. Erkek biraz daha güçlü hissetmek istiyor. Her şeyi halleden kadının, kendisine ihtiyacı olmamasından korkuyor. 
Oysaki en güçlü kadın bile, sevdiği erkeğe ihtiyaç duyar, bunu bilmiyor işte!  

24 Ocak 2011 Pazartesi

Saçma mı saçma!


 Kışın kilo verilemiyormuş. 
Vücut üşüdüğü için yağları tutuyormuş. Ben demiyorum, Dr. Oz söylüyor. Sebebi de işte ilkel çağlar. Ne saçma yahu! Uykudaki düşme hissi de, ilkel çağlardan mirasmış. Atalarımız yırtıcı hayvanlardan korunmak için ağaçta uyuyor, düşme tehlikesini bize, yüzyıllar sonraya miras bırakıyor. Benim hücreler de bunu hatırlıyor. Dün ne yedin desen, hatırlamaz. Düşünsene beyin ipad’e alışıyor, vücut o kadar salak ki hala mağarada yaşıyoruz, ağaçta uyuyoruz sanıyor, üşümesin diye yağlarına sarılıyor.

Zaten vücudun salak olduğu kadından belli. Sanki her ay doğuracakmış gibi yumurtlamak ne ola ki? Doğuramayınca da kan gövdeyi götürüyor. Arkadaşım yok mu bunun bir düğmesi, bir ayarı... Ben doğuracağım zaman haber versem de her ay pms, regl ağrısı yaşamasam? Kendim için bir şey istiyorsam namerdim, çevreye verdiğim rahatsızlıktan müzdaribim.

Saçmalıklardan gidiyorsak... Kadın tribi de çok saçma bir şey! Trip yapandan kimse hoşlanmaz, itici bulur. Kadın da bunu bilir. Ama trip atar. Niye? 
Allahım sen içimdeki canavara mukayyet ol. Ne bu, kadınlık içgüdüsü mü? Kadın hisseder diye mi böyle, yoksa egosuna mı yenik düşer, canı mı sıkılır, şımarıklık mı yapar ya da haklıdır da kendini nasıl ifade edeceğini mi bilmez... Nedir?

Kış, depresif mevsim. Hava da, sen de kat kat koyu renklere bürünürsün. Geçecek bilirsin, yine de saçma bir şekilde huysuzlaşırsın. Aptal bünyem benim, ne diye huysuzlanırsın, sanki San Diego’da mı yaşıyordun geçen kışa kadar?

Elindeyken değerini bilmemek var bir de... O da çok saçma. Açıklamasını ben yapmayacağım, onu da sen düşün. 
Aman kendine dikkat et, pis soğuklar gelirken hasta olma!

19 Ocak 2011 Çarşamba

Mutsuz Modern Masal.



Modern zamanlarda aşk yorulmuştur.
Erkek yalnız ve avare.
Kadın yalnız ve mutsuzdur. 

Ve kadınlar bunu kendi suçları zanneder. “Eski yaptıklarımın karması yüzünden mi yalnızım” soru işaretleriyle kararır.
Bir bakıma haklıdır, çünkü işleri bu kadar laçkalaştıran yine kadınlardır.
Ama kendi suçu zanneden kadınlar değil, zannetmeyenler asıl suçlulardır.

Flörtü, teması, ilk dokunuşu, elele tutuşmayı, ilk öpücüğü, seksi; basitleştiren, kolaya indirgeyen kadınlardır suçlular.
Maskeleri de yine modern zamanlar, “istediğimi yaşarım kim ne karışır” kafasına girip, önce kendilerini değiştirdiler. Sonra erkekleri. 
Sonra diğer kadınları...

Açtır kadın çünkü. Hiç özgür olamamıştır bugün olduğu kadar. Ve özgürlüğü kendi kendini yiyerek tüketir.
Ne kadar modern, o kadar kalbine tutsaktır.
Yüzyıllardır uğruna çırpındığı özgürlük, bugün onun esaretidir. Zorla elde ettikleri özgürlükle, 21. Yüzyılı değiştirirler.
Erkekler ise tarih boyunca yaptıklarını tekrarlarlar...
Erkekler izler.
Ve birilerinin onları alıp götürmesini beklerler. Çünkü erkek, edilgendir.
Kimin kimi götürdüğü belli olmayan muhteşem yüzyıla hoşgeldiniz!

Bu yüzyılda biz, ne istediğimizi biliriz, ne istemediğimizi...
Bugün binlerce anlamsız seks, vücutlarda vuku bulur. Vuku bulduğu vücutların kalplerini sertleştirir, duygulardan arındırır. Bugün binlerce yalnız kalp, git gide soğur. 

Acısını da yine kadınlar çeker. Hani içinde bir parça romantiklik sıkışmış, duygusal diye hor görülen kadınlar. Diğer kadınlar...

Diğer dediğin kimdir bu arada?
O kadın da kısa zamanlara vurur kendini.
Roller hep değişir, bir diğer kadın olursun, bir esas kadın.
Hiç bir rolde sabit kalamazsın. Rolün dağıtımı ise sanılanın aksine bir erkeğe göre şekillenmez.
Yine bir kadına... hep bir kadına göre rolün biçilir, diğer olursun.
Erkek edilgen ve erkek bu rolü çok sever.
İşine gelir kolaya kaçmak.
Tabii ki.

Bir baksana kendine ve çevrene. 
Kaç erkek sayabilirsin sevgisi için çırpınan? Bunu seviyorum ama dur bi ötekine mesaj atayım, berikine göz kırpayım demeyen...
Peki kaç kadın kaldı, ötekinin parası daha çok, onunla flört edeyim, nasılsa kalbim her türlü parçalanacak demeyen?

Kaç insan kaldı... Kaç insan kaldı “zamanında çok kırıldım” demeyen?
Modern zamanlarda aşk... Yorgundur hem de çok!

16 Ocak 2011 Pazar

Hasta ve Yasta...



Bir Pazar sabahı; bizim sokağın köşesinde davul zurna eşliğinde anlamsızca dans eden iki adam yüzünden uyandım. Yataktan sıçrayarak cama koştum, asalak komşu oğluyla göz göze geldim. Beraber, çılgınca abuk dans figürleri yapan, üstlerinde uzun kollu beyaz gömlek, altlarında rengarenk uzun etekler(!) giymiş çirkin adamlara baktık. 
Çengi mi kaldı ya? Davulcu da öyle bir köklüyordu ki tokmağı... Rüyadayım ya da ilaçlardan halüsinasyon mu görüyorum acaba...
“Sinir krizi eşiğindeki kadınlar” filminden başrol teklifi alırken hayal ettim kendimi.

Şaka gibi... Ya da değil. Hayat gibi... Şaşırtıcı ve en olmadık zamanda... Ya da değil. 
Sebebini de anlamadım nedir bu neşe diye ama kızdım. “Deliyle deli olma arkadaşım” dedim kendi kendime. O sırada fark ettim, çoktan deli olmuşum. Bir başka deliye ihtiyacım yok.

Hastayım... Her hasta olduğumdaki gibi kendimi yalnız, depresif ve çaresiz hissediyorum.

Gidesim var. Alıp başımı uzaklara... Kendimden kaçmak değil derdim, içinde olduğum belirsizlikten kaçmak istiyorum. Kendi Truman Show’umun içinde kaybolmuş gibiyim. İşler ne zaman hafif ve eğlenceli olmaktan çıkıp, ağır ve depresif oldu? O arayı kaçırmışım ben!

Yan yana çalıştığım, her gün birlikte güldüğüm/sıkıldığım, beraber yemeğe gittiğim, annemden-babamdan-sevgilimden çok gördüğüm iş arkadaşlarım gitti. Bir anda, bir günde altı dergi birden kapatıldı. Doğru düzgün haber değeri bile yoktu kapatılmalarının... Ben etkilendim. Biliyorum ki o kişiler benden çok daha somut bir şekilde etkilendi.
Biz kalanlar, bir belirsizlik ve sürekli çıkan ne idüğü belirsiz dedikoduların içine düştük, sıkıştık. Reklamdaki gibi bir ay, üç hafta olsun istiyoruz, çünkü o son haftayı getiremiyoruz.

Öte yandan ülkemin hali kalbimi sıkıştırıyor. Ucube sıfatları, 45 cm saçmalığı, içki-sigara yasakları, sulanan Odtü’lüler, 12 eylül kandırmacası, sanata ve spora saygısızlık haberleri, faşist muhafazakarlaşma, dizi sansürleri, ilkokula türbanı sokma anketleri, yandaş medya, uyuyan, görmeyen ya da baş kaldırmayan insanlarla dolu güzel ülkem... Karikatürlere ya da dalga geçmelere malzeme için bile bu kadarı fazla!

Diyorum ya, çaresizlikten gidesim var ama terkedesim yok! Zaten cesur değilim, yürekli değilim, yemiyor işte! Alışkanlıklar, mecburiyetler, yapılması gerekenler, bazen de herşey değişir umutları Demokles’in kılıcı gibi tepemde dikiliyor. Öte yandan savaşasım var, ne yapacağımı bilmez bir halde...

Gidip ilaçlarımı içeyim bari. Üstüne bir sıcak duş ve uyku... Uyandığımda daha renkli bir dünya görmek istiyorum.
Daha çok seçenek, daha az sıkışmışlık!
Şimdi “Eternal sunshine of the spotless mind” olmak istiyorum.
Bitsin. 
Bu yazı gibi bitsin artık!

5 Ocak 2011 Çarşamba

Sevmek başka istemek başka!

Hey sen, Y kromozomlu, hormonal açıdan fazlaca testesteron salgılayan organizma, iki dakika şuraya baksana! Ne yapacağız senin bu erkeksi önyargıların, içinden karar verip dışardan alaycı hallerinle?
Bu sefer neye taktım biliyor musun?

Benim her çocuk gördüğümde ağzımı burnumu yamıştırıp, agucuk sesler çıkarıp, bebeğin üstüne atlama, elini öpüp, ensesini koklama hallerime attığın bakışa taktım.
Yok efendim saatim tik tak’lamıyor; bu yüzyılda bu yaş, çocuk için çırpınma yaşı değil henüz!

Ben kendime zor bakıyorum el kadar bebeyle nasıl uğraşayım? Hiç kendimi tüm kıyafetleri kusmuklu, cırt cırtlı sütyenler takan, saçı başı dağılmış, fazla kiloları verememiş bir kadın olarak göremiyorum şu anda.
Şu an çocuk istemiyorum diye çocuk sevmiyorum demek değil ki bu! Çok seviyorum hem de! Kimi kadın böyle doğar, böyle devam eder. Bunun yaşımla da alakası yok, kendimi bildim bileli (ki bu bende 9 yaşa tekabül eder, o sene kardeşim canlı oyun bebeği misali kucağıma düşmüştü) bebek severim ben. 
bunu görürsem kaçırırım yalnız, söyliim de. 

Nasıl sevmem ki... Mis gibi kokar, herşeye meraklıdır, oyunsever, hemen cöö oyununa kanar, seni sevdiğine 3 dakikada karar verir, 5 dakika sonra kucağından inmez. Saftır ama akıllıdır, tüm kötü enerjini alır, oynarken tüm dünyayı geride bırakabilirsin, bakışlarıyla tavlar seni.
Evet efendim, bayılıyorum bebeklere, çocuklara... Ama bugün yumurtayı rahmimden çıkarıp kucağıma alsam, ne yapacağımı şaşırırım... Geçtim bakımından, bunun okulu var, masrafı var, sağlıklı psikolojisi var. Daha bir yaşındayken oyun gruplarına götürmekten tut, üniversite zamanı nasıl arkadaşlar edindiğine dikkat etmeye kadar varoğlu var.

Daha benim uçmam gerek, görmediğim ülkelere, şehirlere konmam gerek. Aşkı en derinimde hissetmem gerek. Başarıyı da, kariyeri de görmem gerek. Hırslarımı törpülemem gerek! Giymeye kıyamadığım ayakkabılar almam, tüm paramı sevgilimle tatile harcamam, kaç fırın ekmek yiyip zayıf kalmam, sabahlara kadar kız arkadaşlarımla barlarda tepinmem, daha çok yazı yazmam, öykülere dadanmam, kurslara gitmem, üçüncü yabancı dili öğrenmem, kitaplara doyamamam gerek!

Ama sırf sana inadımdan yolda, belde, arkadaş kucağında her gördüğüm bebeğe atlayacağım! Yok len, şaka şaka sana inat değil, valla! Seviyorum dedim ya bebek. Zamanı gelince tabii ki çatır çatır doğuracağım! Zamanı ne vakit gelir bilmem! Zamanı gelse, babası gelir mi, o da belli olmaz! Ama henüz saatim tıklamıyor.
Gerçi bilgeler “bu saat bir anda başlar apışıp kalırsın” diyor ama onu apışmadan bilemem. Apışabilirim ya da kalbime eserse tüm bunları bebekle beraber yapmaya karar verip feysbuka bebek pışpışlarken bir foto çakabilirim. O durumda sana da “hayırlı olsun” deyip altın takmaktan başka bir halt düşmez.

Son çift lafım yine sana; ön yargılı testesteron dostum! Bana öyle küçümseyen bakışlarla, imalı laflarla ya da aman uzak durayım “yapışır çocuk yapmak ister” tavırlarıyla bakma! İstemenin yetmediği bir alan olduğu gibi, acaba senden çocuk ister miyim, senin genlerini kendime karıştırmam için geçerli bir sebep var mı gibi konuları düşünmeye başlasan iyi edersin sevgili hint kumaşı!

Ayrıca çocuk sahibi olunca, en ukala erkeklerin bile nasıl kendini paraladığını, keşke daha önce yapsaymışım diye hayıflandığını, “hadi bir sonrakini yapalım” diye direttiğini keyifle izliyoruz biz dişiler. İzlemeye devam edeceğiz. Sevgiler...
hadi öptüm sizi!

2 Ocak 2011 Pazar

Yeni yıl Duası.



Ha geldi ha geliyor derken 2011 başladı bile! Hadi dua edelim, dileyelim, gerçek olsun.
Sağlık olsun. Önce hastalık senden ve sevdiklerinden uzak dursun, sonra devamı gelsin!
Seviş! 2012’de kıyamet gelirse diye, sevdiğin tene dokun, sonra bir daha dokun! Anları arttır, zevk hanesine yazdır.
Şehre yenilme! Üşenme, arkadaşını görmeye, iki saat için de olsa git. İki saat yol yapman gerekse de... Pazar trafik olur diye, Boğaz kenarına inme zevkinden mahrum kalma!
Daha çok seyahat et. Yurtiçi, yurtdışı, her fırsatta yol yap. Yeni yerler, yeni insanlar, yeni tatlar biriktir.
Erteleme! Dedim ya son senemizse 2011? Ertelemek aptal işi. Aptal olma!
Esne! Kasılmanın alemi yok, köşelerini at, yapmam-etmem-denemem kelimelerini lugattan çıkar!
Rahat ol! Biraz rahvan otu işini görecektir. Uyuz taksicinin, yolda omzuna çarpan herifin, sıranı çalmaya çalışan hödüğün, arabayı kötü kullanan kadının arkasından gününü zehir etme. Affet, boşver, bekleme yapma. 
Hisset! Aşık olmaktan korkma, daha çok yaşadığını hisset, kaçma, itiraf et, aşkın için çabala! Yeni on yıl, geçen on yılın aşklarından çok daha derin olsun.
Eğlen! Daha çok film izle, daha çok konsere git, daha güzel kitaplar oku, daha çok mutlu olduğun ne varsa onu yap... İşler elbet yetişir!
Cesur ol! İlan-ı aşk mı geçiyor içinden yoksa patrondan zam istemek mi? Ya da seni rahatsız eden bir tavrını arkadaşına söylemek mi... Durma, yaptığın değil, yapmadıkların geri dönüp baktığında pişmanlık verir.
Bir sırrın olsun! 40 yaşındasın ama çocuk mu yapmak istiyorsun, evlenmek mi arzun yoksa işi gücü bırakıp Ege kasabasına yerleşmek mi gönlünden geçen? İmkansız diyenlere nanik, kimseye söyleme ama bu yıl amacın için somut adımlar at. 


Kabızlıkları, gözyaşları, yaraları 2010’da bırak! Temiz, umutlu, mutlu bir seneye başla. Kimsenin "bugünün iki gün önceden ne farkı var" demesine kulak asma. Farkı sen yarat!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...