Aileleriyle yaşayan arkadaşlarımın annelerine yalakalık yapmayı düşünüyorum. Çünkü televizyon karşısına oturup karton kutudan noodle çubuklamak bana göre değil!
Yalnız yaşamak iyi hoş da, yemek meselesine kafayı takmış durumdayım! Tüm avantajları ve dezavantajlarıyla yalnız yaşamayı çok seviyorum, tamam. Zaten başka şansım da yok, tamam. Ama insana kendini çaresiz, kötü ve yalnız hissettiren dezavantajları içinde ben “yemek yeme” mevzusuna çok pis taktım!
Ben her gün ne yiyeceğimi kendim düşünmek zorundayım!
Çok zor gelmedi mi?
Anlamadınız herhalde, bir daha tekrarlıyorum, her gün, her öğün, sabah-öğle-akşam ne yiyeceğimi düşünmek ve bulmak zorundayım!
Dışardan mı söyleyeceğim, gir yemek sepetine 5500 seçenek arasında bir aşağı bir yukarı bakın dur. Sonuç da hep aynı olsun, ya pizza ya dürüm, ya hamburger ya da en sağlıklı seçenek ızgara köfte sipariş et, kulağın motor sesinde bekle, kapıda parayı öde, hazır yemeğe kon. Ama “evde yapılmadım ben” diye bağıran plastik kutular içindeki yapay yemek lezzetini her seçenekte acımasızca hisset!
Evde yapayım dersen otur evdeki malzemeyle canının istediğini bir araya getirmeye çalış. Ispanak mı yapsam, iyi de kim yıkayacak şimdi? Köfte mi yesem, soyalı ızgara tavuk mu yapsam, tostla mı geçiştirsem? Ton balıklı salata da olabilir bak, kıymalı patates yemeği de... Evde soğan kaldı mı acaba? Sarımsak da koymak lazım! Ama yarın ellerim sarımsak koksun istemiyorum. Şimdi kim gidip domates alacak? Zaten kilosu on lira olmuş!
Hani kimi günler vardır, eve kendini zor atarsın ve oturduğun yerden kalkmak zor gelir. İşten geldin, yorgunsun... Adam arayacağım dedi, gün boyu çıt çıkmadı. Ya da daha kötüsü düşünecek bir adam bile yok. Kimse gel dışarıda yemek yiyelim de demiyor. Zaten balla börek olsa her gün dışarıda yenmez, ona para da dayanmaz! Hava tipik İstanbul havası, kapalı ve depresif... Belki halsizsin ya da en basitinden sıradan bir gün... İşte o günler de yemek düşünmek de zor, çok zor geliyor.
Böyle zamanlarda telefonda anneme hevesle soruyorum “ne yemek yaptın” diye cevabı ne olursa olsun, of çekiyor, İzmir’e dönmek istiyorum.
Hadi sabah kahvaltıyı simitle ya da tostla geçiştirdin, öğlen ofisin yemekhanesinde ne çıktıysa yedin ya da cafede bir salata tırtıkladın ama o akşam yemeği yok mu? Geldi dayandı kapına, karnın acıkma sinyallerinde... Birisi içerde hazırlayıp getirse, yemin ederim burun kıvırdığım, sümüklü dediğim bamyayı bile afiyetle yiyeceğim! Ben düşünmeyeyim önüme bir tas sıcak yemek gelsin, razıyım bamyaya da, nohuta da...
Bence çözülemeyen ev hanımı problemi “akşama ne pişirsem”in yalnız yaşayan sürümü “akşama ne yesem?”
Hayallerimde bir ses var... Akşam 19.30 civarı içerden bağırıyor, “Şafaaaaak, gel kızım, yemek hazır” diyor... Bende pıt diye yerimden kalkıp, hazır sofraya kuruluyorum... Oh ne gam, ne tasa! Kafamı yorduğum binlerce soru arasına bugün de “ne yesem”i katmadık çok şükür!
Sekiz yıllık yalnız yaşam üstüne çözümü buldum. Sırf beni akşam yemeklerine davet etsinler diye arkadaş annelerine yalakalanacağım. Kültürle ilintili olarak bizim için karın doyurmak bu işin sadece %50’si... Ailenle bir arada aynı masa çevresinde toplanmak ve sohbet etmek, biten günün ardından sevdiklerinle günlük dertleri paylaşmak da işin içinde!
Çok mu ağlandım ya?
Üstelik bu satırların yazarı yemek yapmaya bayılır, biliyor musunuz? Ama iki koşul arıyorum yemek yapmak için... Birincisi biraz vaktim olsun, çok aç olmayayım ki kan şekerim düşmesin, ikincisi de o yemeği benimle keyifle yiyecek birileri olsun. Takdir edilmek istiyorum haliyle! O zaman sarma da sararım, fırına balığı da atarım, ıspanaklı börek de yaparım... Ki yapmışlığım var, spatula tutamayanlardan hiç değilim!
Koşulları bir denkleyebilsem... Yemeğe beklerim şekerim!
Bunca yemek muhabbeti üstüne, karnım acıktı bak şimdi...
Of akşama ne yesem?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder