fortfolio işte...

biraz şehir, biraz ilişki, biraz kadın, biraz erkek, biraz yalnız, biraz komik, biraz hikaye, biraz gerçek.

29 Ağustos 2010 Pazar

Hiç bir şey bilmeyen küçük kızdan her şeyi bilen annesine mektup

Sevgili Anneciğim,
Konuya pat diye gireceğim, bunu söylemenin başka bir yolu yok! 
Biliyorum sekiz yıl geçti biz seninle ayrı şehirlerde ve evlerde yaşayalı... Ama acaba beni yanına geri almayı düşünür müsün?

Hani evliliklerde yedinci yıl krizi vardır derler ya... Yediyi geçersen bir süre daha mutlu mesut yaşarsın, sanırım yalnız yaşamada sekizinci yıl krizi var! Benim bu aralar sürekli anamın evine geri dönesim var.

Anne, canım sıkkın olduğunda kimsenin yanında sessizce, konuşmadan somurtma hakkım yok, o nolcak? İlla vır vır konuşup sıkıntımı derdimi anlatmam gerek-miş gibi... Ya da yargılamadan, iteklemeden her konuyu dinleyecek bir sen varmış-sın gibi... 

Anne ben hastayken kendime bakamıyorum o nolcak? Hayır, sen doktorsun ve benim tüm hastalıklarımı biliyorsun, hatta midem bulanıyor dediğimde “ne yedin” sorusundan önce “canın neye sıkıldı” diye sorduğun için de değil... Senin yaptığın çorba dışında hiç bir şey mideme iyi gelmediği için... Ateşim çıktığında elini yanağımın altına sıkıştırıp, mikroplu nefesimi eline üflemek bana iyi geldiği için... Hastayken kimse bana bakmak zorunda hissetsin istemiyorum. O yüzden geçenlerde hasta olduğum halde, kendime Burger King’ten sipariş verdim. Kızma, kimseye muhtaç olmak istemedim. Ama kendimi çok yalnız hissettim.

Anne ben hala ütü yapamıyorum, o nolcak? Bana aldığın çamaşır makinesinin kırışık önleyici programı olmasa tüm paramı arka sokaktaki kuru temizlemecinin ütü bölümüne bayılırdım. Evet bildin, çoğu kıyafetimi ütüsüz giyiyorum!

Anne, ben pilav da yiyemiyorum. Kimse senin gibi yapamıyor diye...

Anne benim beyazlarım hala seninkiler kadar beyaz değil, o nolcak? Hala beyazları 40 derecede yıkıyorum, senin gibi 90’da değil. Az önce ilk defa 60 dereceye attığım beyazlarım, mora yakın bir renkte makineden süzülünce ben de morardım. Bir masum mor menekşe çorap yaktı beni! Umarım bu sonbahar trendleri arasında karaktersiz renkler vardır!

Anne, benim evim hala seninki kadar temiz olmuyor. Ya perdeleri yıkamayı unutuyorum ya da buzdolabının lastiklerini silmeyi...

Anne, evde senin gıcık kahkahan ya da söylenmelerin olmayınca çok sessiz oluyor, biliyor musun? Koynuna girip yatacak, kokumu içine çekecek kimse de yok!

Anne, neden kimse gel sana alışveriş yapalım biraz deyip bana güzel kıyafetler almıyor?

Kimse, senin gibi koşulsuz da sevmiyor. Herkes karşılığında bir şey bekliyor!

Tavuk diye dalga geçsem de, işten yorgun gelip saat onda kanepede sızman, seni yatağa yollamaya çalışırken homurdanman ne kadar eğlenceliymiş meğer!

Anne, seni çok özlüyorum, o nolcak? Varlığını, neşeni, aklını, sevgini...

Evet ilk yalnız yaşamaya başladığımda, şuursuzca bir özgürlük duygusuna ve pervasızlığa kapılmış olabilirim. Ama aklım başıma geldi! Allah bilir sen bunu da öngörmüşsündür. Hadi geleyim ben artık! Döneyim de kavga falan edelim.


p.s: doğum günün kutlu olsun, iyi ki doğmuşsun, iyi ki beni doğurmuşsun annem! büyüyünce senin gibi bir kadın olmak istiyorum. 

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Ya bir daha hiç erkek arkadaşın olmazsa?

Bir düşünsene, ya olmazsa?
Hayır hayır sevgiliden bahsetmiyorum, basbayağı arkadaştan bahsediyorum... Yaradılış olarak fazlaca testosteron salgılayan familyadandır ama o hormonlar seni teğet geçer, başka dişilere odaklanır.

Kimden bahsettiğimi biliyorsun. Hani küçüklüğünden beri tanırsın, sen onun sivilceli ve şişko haliyle bisiklete binip kızlara hava atarken düştüğüne tanıklık etmişsindir, o da senin barbie bebek oynadığın kara kuru ve bıyıklı günlerini hatırlar. Yazlıkta yakar top, saklambaç falan oynarsın. 
Ya da öğretmenin zoruyla aynı sırayı paylaşmışsındır, itişip kakışırken, beraber kopya çekmek, dalga geçmek derken gülüp eğlenmeye başlar arkadaş oluverirsin. 
Belki de ortaokulda yakın bir kız arkadaşının "çıktığı" olur, hep beraber sinemaydı, gezmekti derken bir anda sırdaş olup kız arkadaş dertlerini dinlerken bulursun kendini...

Sonra onlar ayrılsa bile siz dost kalırsınız. Ne sevgililer gelir geçer, yaz tatilleri ve okullar biter, siz arkadaş kalmaya devam edersiniz. O, hayatı hafifletir, seninle habire dalga geçer, ilişkilerine kızlardan apayrı bir bakış açısı sunar, seni babandan rahatça teslim alıp gece gezmeye götürür. Sen de onun kız arkadaşlarına cadılık yapar ve dişi hinliklere karşı gözünü açarsın. Arabayı ilk kez evden kaçırışının şahidi de sen olursun, ilk aşkın, ilk ayrılığın da...

Sonra bir gün gelir ayrılırsınız... Ya şartlar sizi başka şehirlere hatta ülkelere atar, belki taraflardan biri erkenden evlenir, diğerinden uzaklaşır, ya artık eskisi gibi anlaşamayıp yavaşça koparsınız. Belki de bir gün taraflardan sadece birinin diğerinden gizliden gizliye hoşlandığı ortaya çıkar ve arkadaşlık dağılır. İşte o zaman ne olur? Geçmişinden bir parça kaybedince çocukluğundan resmi olarak bir adım daha uzaklaşır mısın?

“Hani Barış benim telefonumu günlerce açmamıştı ya, şimdi telefon açılmama sesine dayanamıyorum, kimseyi 5 kereden fazla çaldıramam bu yüzden” dediğinde “Barış kimdi” demeyecek ve gülerek “hiç gözüm tutmamıştı, ne buldun bilmem ki kötü çocuk triplerinde” diyecek olan dost...

Erkekle kadın dost olmaz mı? Ancak tost mu olur? Taraflardan biri güzel, diğeri çirkin olup da “zaten bana bakmaz bari arkadaş olalım abi” kafasından bahsetmiyorum. Yakışıklı ve çapkın erkeğin yanındaki şişko kız ya da manken gibi kızın yanındaki güdük ama komik çocuk değil mevzu bahis...  
Marstan gelen bir yaratık, Venüs’ten gelenle dost olamaz mı? Oldu diyelim bir gün bir şekilde ayrı düşünce ne yaparlar?
Espritüel iş arkadaşı doldurur mu yerini? Yoksa kız arkadaşının sempatik sevgilisi sana dostluk yapar mı? Erkek bakış açısını dürüstçe ama acıtmadan kimden duyabilirsin? 
Her şey cinsellikle ilgili olmak zorunda mı? Eğer o dostu kaybedersen bir gün, neden hep köşesinden bucağından seks imalı ilişkilere düşüyorsun?

Yo dostum yoo, sakın en başından beri böyle olduğunu söylemeyin bana.
O halde, yaş ilerledikçe zaman kaybetmemek adına daha rahat mı davranıyor insan? Yoksa belli bir yaştan sonra o aptal çocuk triplerini yakalayamıyor musun? 
İlişki kalabalığıyla hayat kirlendikçe, sen ne kadar sen kalabiliyorsun?
Peki ya ben? 


22 Ağustos 2010 Pazar

Affettim.



Hadi gel artık, affettim! Kızmayacağım hiç bir geçmişe, hiç bir yaşanmışa ya da yaşanmamışa... Yüzüne vurmayacağım, gıcıklık yapmayacak, boş yere sinir dolu bakışlar atmayacağım. Hadi gel! Şimdi gelirsen, kalbim senin, yatağım senin, somonun yarısı senin, kumanda senin...


Bağışlıyor, mazur görüyor ve unutuyorum... Hayır seni değil!
Affettiğim senden öncekiler, seni beklerken hayatıma değenler... Hani bugün beni, yarın öbürünü, ertesi gün berikini beğenen adamı affettim. Hani yeni ünlü olma aşamasında, kolunu omzuma atıp “dün gece klupte 3 kızla öpüştüm, Teoman gibi hissettim” diyen adamı da. Hani eski arkadaşız yalanı altında götürmeye çalışan adamı. Hani gülücük üstüne gülücük atan, yazdıkça yazan ama ağırdan alınca chat penceresini suratına çarpan adamı.
Hani çözemediğim, ne hissettiğini, ne yapmaya çalıştığını anlamadığım 1-3-8 adamı. Hani eğlenceli ve kreatif sosuna bulanmış problemli adamı. Hani sevgilisi olan ve ondan vazgeçmeyen ama kafamı karıştırmaktan sadistçe zevk alan adamı. Hani her gün arayan, görüşmek, yemekler yapmak ama asla sevgili olmak istemeyen adamı. Hani çok yakışıklı ama müptezel adamın ben istemezken, “bu” ilişki ister diye benden kaçmasını. Hani sevgilisinden ayrıldıktan sonra şiirler ve dondurmalarla gecenin bir yarısı kapıma dayanan, ben arayınca kaybolan tiyatrocu adamı. Hani iki yılımı elele geçirdiğim o çok bencil adamı. En zoru onu affetmek, bende açtığı güvensizlik yaralarını onarmak oldu.

Ama kolaya kaçmadım sevgili... Üstünü örtüp, altta ince ince kanamasına izin vermedim. Deştim tüm yaraları, attım içimden, titizlikle diktim üstünü! Şimdilerde sevdiğim belli belirsiz bir çocukluk yara izi gibi... 
Ben yara izlerini çok severim, bilir misin? Parmak izi, göz irisi gibi nev-i şahsına münhasırdır. Her birinin uzunluğu, kısalığı, genişliği, yeri, hikayesi, zamanı farklıdır. Aynı düşmeyle olan yaralar bile birbirine benzemez. Bir de artık geçmiştir ya biraz da o yüzden severim. Acısı kalmaz, hatırası kalır o da istersen... Deri, zaman işlevi görür gibi kapatır üstünü, belli belirsiz kalır.


Ne diyordum? Evet affetmek. Büyüklükmüş, küçüklükmüş beni ilgilendirmez. Ben boyut kalıplarına sığamayacak bir şeyin peşindeyim. Senin peşindeyim. Hatta kendimin peşindeyim.
One way or another... Aşkın peşindeyim!


21 Ağustos 2010 Cumartesi

Galata için 15’lik Gör-Tat-Al!





Galata bu senenin şüphesiz en gözde semti oldu. Yeni açılan tasarım butikleri, eski atölyeleri, farklı cafeleri ile şehrin vakit geçirmesi en zevkli destinasyonu…

Bu postta herkesin bildiği ve bahsettiği yerlerden biraz daha farklı 15 adres bulacaksın. Zaten bu noktalar arası seyahatte, diğer yerleri es geçmen imkansız! İstikamet dünyanın en eski kulelerinden, 528 yılında inşa edilmiş Galata Kulesi ve çevresi, tam yol ileri!


Galata Evi
Önce Büyük Britanya İmparatorluğu Sivil Hapishanesi, sonra İngiliz karakolu, sonra İngiliz memurlarına özel konut, sırasıyla kuyum ve metal atölyesi ve şimdi de Galata’nın en özel restoranlarından biri… Menüsü kuzeyden gelen lezzetlerden oluşuyor; Tatar aşı, Gürcü gulaşı, Rus mantısı gibi… Nostaljik detaylarla düzenlenmiş odaları, etnik yemekleri ve farklı atmosferiyle özel bir akşam yemeği için ideal noktadasın! Hadi giderken beni de ara.
Galata Kulesi Sk. No: 61 Tel: 0212 245 18 61
Can Mobilya Atölyesi

1967’den beri ahşap işleri yapan atölye, Ulvi Can ustaya ait. Mavi çekik gözleri, iş tulumu ve yorgun elleriyle o, Galata’nın özgün bir parçası, hatta olmazsa olmazı! Kırım Türklerinden olan Ulvi Can’ın ailesi 1867’de Türkiye’ye göç etmiş. Dedesinin babası Kırım saraylarının iç mimarıymış, dükkanda sakladığı yularlı balta da işte o tarihlerden kalma sarayı yontan aletlerden biriymiş. Galata’nın yeni halinin iyi olacağını ama özgünlüğünü kaybettiğini düşünüyor. “Gelişmesi güzel ama eski atölyeler kalmadı, kalaycı, demirci, avizeci, marangoz… Elişinden uzaklaşıldı ve makineleşme yoğunlaştı.” diye dert yanıyor. Serdar-ı Ekrem’in sonuna doğru eski binalardan birinin altına konumlanmış atölyenin camında “satılık bina” yazısını görünce, onun da burada çok uzun süre kalmayacağını tahmin etmek zor değil!
Lal

El boyaması tişörtler, farklı malzeme kolajlarından kemerler, Anadolu’dan toplanmış sayısız yazma, yurtiçi ve yurtdışından şapkalar… Lal, dışarıdan “turistik” görünse de içeri girince bu fikir tamamen değişiyor ve mağazadan çıkmak bir hayli zor oluyor! El boyaması tişörtlerin fiyatı 25-70 TL arasında değişiyor ve sipariş üzerine desen çalışılabiliyor.
Camekan Sok. No: 4C Tel: (0212) 293 25 71
Atölye Kuledibi

Kahve, bar, mutfak konseptinde hizmet verecek mekan eski bir mozaik atölyesi. Atölye, konuklarına samimi bir atmosfer, funk, caz ve blues ağırlıklı, dozunda, kaliteli müzik ve verdiklerinin karşılığını fazlasıyla alacakları leziz yemekler vaat ediyor. Hafta sonları için süper kahramanlar partileri organize edilecek; ayrıca dileyenler kendi menülerini hazırlayarak misafirlerini Atölye Kuledibi’nde ağırlayabilecek. Galata Kulesi Sok. No: 4/1 Tel: (0212) 243 76 56
Dans Buluşma İstanbul

Serdar-ı Ekrem’de 100 yıllık eski bir Rum binasının 5 numaralı yeşil, görkemli kapısından içeri giriyor ve en üst kata çıkıyorum. Burası 2002’de açılmış, Aytül Hasaltun’un dans atölyesi, ancak onun yanı sıra, Candaş Baş, Yeşim Coşkun, Alper Marangoz, İlkem Ulugün tarafından çağdaş dans, tai chi, yoga, capoeira dersleri de verilen bir merkez. Sahipleri Galata’nın değişiminden çok memnun değiller. Hafta içi iki ayrı atölye grubunun olduğu mekanda, hafta sonu tüm gün farklı atölyelere katılma imkanı var. Serdar-ı Ekrem Sok. No: 5 K: 4 Galata Tel: (0212) 252 82 76
Stok 60/70

Serdar-ı Ekrem’in sonuna geldik ama sanma ki tasarımın sonu geldi. Bu sefer Stok 60/70’in merdivenlerinden aşağı doğru iniyoruz. Burası sadece 50’ler 60’lar ve 70’lerden seçmece vintage mobilya ve aksesuar dükkanı. Eskiciden alınmış tamiri yapılmış, cilası yenilenmiş, döşemesi kaplanmış, çok estetik üstelik özgün mobilyalar arıyorsan, daha fazla arama! Ayrıca kişiye ve mekana özel tasarımlar için sipariş verip, STOKatölye’de özel imalat masif mobilyalara da sahip olabilirsin!
Serdar-ı Ekrem Sok. No: 38/a Galata Tel: 0 (212) 252 6870
Cherrybean Coffees
Mis gibi ve taptaze kahve kokusuna açılan kapıdan içeri, Cherrybean Coffees, toptan ve perakende satış yapan kahve imalathanesine giriyorsun. Sırrı dünyanın dört bir yanından getirttiği orijinal çekirdeklerden hazırladığı harmanları kavurup taze taze satması. Buradan en fazla bir haftalık kahve satın alabiliyorsunuz çünkü aksi kahvenin doğasına aykırı! Ben değil, Şehriban Çam ve Barış Karakaş söylüyor; onlar Cherrybean Coffees’in sahipleri, işlerinin ehli iki gıda mühendisi…
Camekan Sok. No: 10 Tel: (0212) 252 80 83

Nardis Jazz Club

Galata’da müzik bu noktadan yükseliyor; her performansın konser standardında ve kulüp atmosferinde gerçekleştiği gerçek bir caz kulübü Nardis. Pazar hariç her gün canlı performansın gerçekleştiği mekan ayda en az bir kere yabancı bir konuk ağırlıyor. 120 kişi kapasiteli Nardis’in menüsü sınırlı ancak leziz seçeneklerden oluşuyor.
Kuledibi Sok. No: 14 Tel: (0212) 244 63 27

Mısırlı Ahmet Ritim Akademisi

Burası Galata’nın en farklı noktalarından biri; dünyadaki ilk ve tek darbuka okulu, tam da bu sebepten dünyanın her köşesinden öğrenci geliyor. Mısırlı Ahmet, darbuka alanında üstat ünvanına sahip bir sanatçı, onun yarattığı belli bir çalma tekniği var, işte bu okul da “Mısırlı Ahmet tekniğini” öğreten bir mekan. Üç yıldan beri hizmet veren akademinin belli bir zamanı yok, kişi ne kadar süreyle isterse o kadar zaman takip etme özgürlüğüne sahip. Daha önce hiç enstrüman çalmamış kişilere yönelik kursların yanı sıra farklı seviyelerde dersler devam ediyor. Sanatçılar, bankacılar, ilgi duyanlar, stres atmak isteyenler, avukatlar, mimarlar gibi geniş bir yelpazeden öğrenci kitlesi mevcut. Sanata dair her şeyi içinde barındırdığı için Serdar-ı Ekrem’i seçmişler. Çocukluk yıllarında darbukaya merak saran ve bir daha elinden bırakamayan duayen Mısırlı Ahmet, fotoğrafı çekilirken bize küçük bir müzik ziyafeti yaşattı. Mekan sadece atmosferinin enerjisini solumak için bile çok güzel, arada bir de enstrüman öğrenirsin, fena mı?
Serdar-ı Ekrem Cad. Kuledibi, Galata Tel: (0212) 243 86 02
Lalay

Doğal sabun, hamam tasları, peştamallarla yola çıkan Lalay, bugün ürün grubunu nevresim takımları, şal, havlu, keçe, bakır terlik ve yemenilerle zenginleştirmiş. Bu mağazadaki her şey % 100 doğal ve % 100 Türk malı… Galata dışında Marmaris, Bodrum ve Hollanda da birer şubesi var.
Kuledibi Camekan Sok. No: 3/A Tel: (0212) 252 41 31
Kırım Kilisesi

Kırım Kilisesi ya da Kırım'ı Anma Kilisesi (Crimean Memorial Church ya da Christ's Church) Galata’da Serdar-ı Ekrem sokağın bitiminden sağa dönüldüğünde karşımıza çıkan bir Anglikan kilisesi. İngilizlerin Kırım Savaşı'nın ardından bu olayın anısına yaptırdıkları kilise, 1868 yılında yapılmış. C.E. Street'in mimarı olduğu kilise Neo-gotik tarzda inşa edilmiş. Duvarların üzerinden binaya bir bakış atmak için parmak ucunda yükselmen yeterli!

Aydın Reklam

Renk beni çekiyor ve Camekan Sokak’ın en parlak tabelası onların! Aydın Reklam, 1979’dan beri Galata’da pleksiglas, neon ve tabela işleri yapıyor.
Camekan Sok. No: 18 Tel: (0212) 251 29 80



Galata Şarküteri

Bir şarküterim olsa, herhalde çok kısa bir süre içinde mutluluk içinde onlarca kiloya bünyemde yer açar, durmadan yiyebilirim. Özellikle böylesi bir yerde! Galata Şarküteri’de çeşit çeşit peynirler, jambonlar, yerli ve yabancı her türlü şarküteri ürününün yanı sıra organik yemiş, süt, bal reçel, bakliyat ve dünya mutfağı için uygun malzeme ve soslar bulunuyor. İster alışveriş yap eve götür, ister oturup gurme lezzetler tat, tercih senin!
Serdar-ı Ekrem Sok. No: 30A Kuledibi Galata Tel: (0212) 245 43 45

Mavra Design Cafe Workshop

Herkes buradan bahsetti biliyorum ama es geçemeyeceğim. Mavra, özel tasarım oyuncakları, heykel-seramik-oyuncak yapımı ve resim atölyeleri, “ev yapımı” lezzetleriyle Galata sakinlerinin gün içindeki en keyifli kaçış noktalarından. Kısa bir kurabiye ve kahve kaçamağının ardından renkli bir aksesuar, oyuncak bakmadan çıkmak mümkün değil.
Serdar-ı Ekrem Caddesi 31/A Kuledibi Tel: (0212) 2527488

La Mariquita

La Mariquita, İspanyolca’da uğur böceği anlamına geliyor. Ocak ayında Galata’ya konan “uğur böceği”, 22 Türk tasarımcıyla birlikte mekan sahipleri Gülin Yeniyol ve İrem Şenocak’ın işlerini, Japonya ve Amerika'dan kentli, şık, biraz da vintage kokan özel bir koleksiyonla bir araya topluyor. La Mariquita’nın iç mimar Berat Taşkıran’a ait dekorasyonu da en az kıyafet ve aksesuarlar kadar renkli.
Galata Kulesi Sok. No: 3/B Kuledibi / Galata Tel: (0212) 249 32 73


E hadi, hala evde misin?

(photos BURAK TEOMAN for Marie Claire Maison)

19 Ağustos 2010 Perşembe

Ben bir dekorasyon editörüyüm!



İç içe çözümlenmiş alanlar, ışık oyunlarıyla hareketlendirilmiş odalar, yalın detaylar, keyifli(!) mekanlar, eklektik stil en sevdiğim kelime kalıplarıdır. Her biri spota, yazı içine, resim altına yakışır, ev yazısı yazarken yüzümü kara çıkarmazlar. Hepsini harmanlayıp sekiz sayfa yazı düzmeyi bilirim.

Tasarım fuarlarını takip eder, yenisi, eskisi, mobilyacısı, endüstriyeli, modacısı, takı tasarımcısı her birinin peşinden koşarım. Az biraz ünlü ve Türk tasarımcı ve mimarlardan tanımadığım yoktur da, röportaj yapmadığım belki iki belki üç. Hatta hepsinin kendine özgü kaprislerini tanır ve hassas bir ego ölçer olarak bir dahaki sefer için aklımda tutarım.

Telefonda konuşmasını bilmekten öte, bir konuşmayla insanları evlerini açmaya ve dergide yayınlatmaya ikna ederim.

Kimseye bir şey ifade etmeyen bir sandalye ya da bir masa beni heyecanlandırır. Yeni bir aydınlatma tasarımı görünce ellerini çırparak sevinen “ne güzeeeeal” diyen manyak benim!

Bir sapığım olsa ve beni takip etse, hiç bilmediğim semtlerde ve sokaklarda farklı farklı evlere girerken beni görüp ne iş yaptığımı anlamayabilir. Nişantaşı, Bebek, Cihangir, Etiler, Boğaz hattında müstakil, villa, yalı ya da apartman dairelerine girer, birkaç saat vakit geçirir, güle oynaya çıkarım. Benim sapığın işi zor, tavrımı çözemeyebilir.

En kısa ve en ağdalı basın bültenlerini sade bir dilde uzatmayı bilirim.

Telefonda bana ısrarla Şafak Bey diyen adama ihihi diye gülüp, kapatınca avaz avaz bağırmayı bilirim.
Ofiste pilates topuyla voleybol oynamayı, sabahları ekipçe kahve hazırlamayı, gece yarısına uzanan ofis gecelerinde Mori Kante “yeke yeke" eşliğinde dans etmeyi, reklamcıyla kavga etmeyi, fotoğrafçıyı “hadi teslim” diye sıkıştırmayı bilirim.

En kitlendiğim sorulardan biri, “hangi ünlüleri tanıyorsun” olur, altı yıl oldu lütfen hepsini aklımda nasıl tutarım?

Fotoğrafa ne yakışır, konu daha çekim aşamasındayken kaç sayfa girer, yemek fotoğrafı nasıl olmamalı, ışık hangi açıdan gelmeli bilirim.

“5000E’luk komodin evinizin olmazsa olmazı” diye önerir, gider Ikea’dan koltuk alırım.

Yeri geldiğinde elişi konularına bulaşır, yap desen yapamam ama “yapıştır kaktır voila pratik vazo yapımı” diye anlatmayı beceririm.

Araştırır, sorar, kitap-google karıştırır, yazmam gereken konuyu derinlemesine incelemeyi bilirim.

Hiç beklenmedik bir anda kendimi dünyaca ünlü bir tasarımcı (bkz Marcel Wanders) ile yemekte bulmanın, dünyaca ünlü bir mimar (bkz Zaha Hadid, Joshua Prince-Ramus) ile sohbet ederken bulmanın verdiği keyfi bilirim.

Uzun lafın kısası Marie Claire Maison’da editör olmanın çok zevkli bir iş olduğunu bilirim.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Mükemmel Erkek


O uzun boylu ve çok yakışıklı.
Dikkat çekecek kadar güzel yeşil gözleri, elleri ve bembeyaz dişleri var. Her zaman mis gibi kokuyor, üstelik giyinmesini de iyi biliyor. Yanındayken dikkat ediyorum, kızlar hep onu kesiyor. Cadılar güya çaktırmadan gülücük atıyor. O ise benim yanımda duruyor, kızlara mavi boncuk dağıtmadan...

Arkadaş ortamında tanıştığımız geceden beri yavaş yavaş ve resmen sinsice hayatıma girdi ve tam merkezine oturdu.

Canım sıkkın olduğunda gitarını kapıp beni eğlendiriyor güzel şarkılarıyla ve muhteşem sesiyle. Evimdeki tabloları asıyor, ahşap rengi komodinimi zımparalayıp beyaza boyuyor, maşallah elinden her iş geliyor. Rejim yapmama destek oluyor, köstek değil. Regl olduğumda bile beni sevdiğini söyleyen tek canlı, ki ben bile beni sevmiyorum o günlerde. Aman diyeyim kem gözlere şiş!

Daha neler neler var... İzlemediğim kült filmleri alıp eve getiriyor, izlerken uzun uzun anlatıyor, bilgilendiriyor. Spor yapıyor ve beni de teşvik ediyor. Beni evden alıyor, eve bırakıyor. Restaurantlarda kapımı açıyor, tabağıma servis yapıyor. Şaraptan ve güzel yemekten anlıyor. Herkesle nasıl konuşması gerektiğini biliyor, arkadaşlarım ona bayılıyor. Üstelik canı istedi mi çok da lezzetli yemekler yapıyor. Ben yaparken de mutfakta yanımda durup benimle sohbet ediyor, yemeği beğendiği yetmezmiş gibi sofrayı kaldırıyor. Kafasına esiyor, muhteşem bir tiyatro oyununa bilet alıp sürpriz yapıyor.

Arkadaşlarıyla beni tanıştırıyor, ailesine beni anlatıyor. İnsanların yanında bana sevgisini göstermekten utanmıyor, benimle gurur duyuyor. Yaptığım işlerle ilgileniyor, yazdığım yazıları okuyor ve fikir belirtiyor. Beni ciddiye aldığını hissetmek var ya, işte o paha biçilemez! En kısa zamanda da ailemle tanıştırmam lazım, yoksa bozulacak hissediyorum!
Alışverişte yanımda oflayıp puflamak yerine fikir belirtip daha kısa sürede işimi bitirmeme yardımcı oluyor. Gerek olmadığını söylediğim halde sadece bir kan testi için bile benimle hastaneye geliyor, hastayken daha çok ilgileniyor. Sayesinde iki yıldır üşendiğim nüfus kağıdımı bir saatte çıkarttık. Onun yanındayken en zor iş bile kolay geliyor.

En güzeli beni çok eğlendiriyor, en mutsuz günümde bile güldürüyor. Beni tanıyor ve anlıyor. Ruhumun en karanlık köşelerini bilmesine rağmen beni seviyor. Onun kadar beni babam bile şımartmıyor, hep "prensesim" diyor. Yanında kendimi güvende hissediyorum, hiçbir şey olmaz bana, heyt be... Hepinizi döver valla!

Daha fazla anlatmak istemiyorum, çünkü nazar değer diye korkuyorum.
Kıskandınız değil mi?
Kim kaybetti de ben buldum ya da nasıl bu kadar şanslıyım bilmiyorum...
Tek bildiğim var, bu muhteşem erkek benim hayattaki en yakın arkadaşlarımdan biri...
Biliyor musunuz, çok da yolunda giden bir ilişkisi var. Benim gördüğüm en düzgün ilişkilerden biri. Aşk, sevgi, paylaşım ne ararsan var...
Ben ne mi sanıyorum kendimi? Hiiiç...
Sadece kadın olduğumu ve onun "erkeği" olamayacağımı biliyorum.
Ben kadın olmaktan da, ona sahip olma(ma)ktan da gurur duyuyorum, hepsi bu...
Öte yandan çok şaşkınım, cinsellik aradan kalkınca, ihtimalin ihtimali bile silinince tüm ilişki nasıl da rahatlıyor, inanılacak şey değil...

Kız arkadaşınla aynı tadı yakalayamıyorsun, öyle ya da böyle kızsal çekememezlikler giriyor araya... Düzcinsel erkeklerle bu keyifte yaşamak mümkün değil, hemen bir yanlış anlaşılma doğuyor doğal olarak, doğanın bir gereği... 
Kimisi bu çok özel arkadaşlığı yanlış anlıyor, kimisi “dikkat et kazık yeme” diye uyarıyor! Aman banane! Sanki hiç mi kazık yemedik en yakın kız arkadaş dediklerimizden, en harika sevgililerden?

Bütün kadınlara tavsiye ederim, ruhunuzun en pis yanını gösterebileceğiniz ve buna rağmen sizi sevecek, yanınızda olup sizi koruyacak, gece 3’te ağlayarak aradığınızda “anlat bir tanem” diyecek, en saçma fikirlerinizi, paranoyalarınızı sabırla dinleyecek muhteşem bir erkek bulun!
Cinsel yöneliminin hiç bir önemi yok!

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Yok masal artık, yat uyu!




Ve ardından Prens ve Prenses ömür boyu mutluluk içinde yaşadılar... Hadi canım! İtiraf edin hiç bir masalda böyle olmadı! Grimm Kardeşler ve ekürileri bizi kandırdı, böyle olmadığını kıçımızı yere çarpa çarpa anladık. Ne olurdu şu masalları az biraz gerçekçi bitirseydiniz de biz masallarla büyüyen ve kendini prenses sanan kızlar bu kadar zaman kaybetmeseydik.

Mesela Rapunzel, prensle birlikte ülkesine döndükten sonra ne yapar? Saçlarını bir daha uzatır mı yoksa “uzun saç kötü günleri hatırlatıyor hem kısa daha modern” mi der? Kendisini cadıya veren anne-babasının sevgi eksikliğinin acısını prensten çıkartır mı? İntikam duygusuyla dolup “nasılsa kraliçe oldum beni kuleye kapatan cadının kellesi vurula” der mi? Peki ya prens? Uğruna kör olduğu, deli divane çöllerde dolandığı kızın sadece sesine aşık olduğunu ve aslında onu hiç tanımadığını fark eder mi? Dırdıra başlayınca sesinden bıkmaz mı, saçları kısayken de onu “Rapunzel, rapunzel ipek saçların ne güzel” diye sever mi? Tüm hayatını bir cadıyla geçirmiş, kültür nedir bilmeyen bu kızı nasıl olur da kraliçe yaptım diye hayıflanır mı?

Ya da Uyuyan Güzel 100 yıl sonra uykusundan uyandığında nasıl çağa ayak uydurur? Mesela 1910’da uyumuş olsa 2010’da o kızın uyumsuzluğunu ve şaşkınlığını hayal edebiliyor musunuz? Televizyondan koşarak kaçar, interneti anlatmaya çalışmayın bile. İnsomnia olur mu ya da uyumaktan korkup geceleri prense zehir eder mi? Peki ya prens? Büyük babanesi yaşındaki kızın güzelliğine kanıp jenerasyon farkını hiçe sayabilir mi? Prensin olgun kadın fantezisine bakar mısınız?

Pamuk Prenses’in travmalara ne demeli? Bir daha ne kurdela bağlayabilir, ne tarak kullanır ne de elma yer! Peki ya yoldan geçen prensin kendine göre olmadığını, ruhen uyuşamadığını fark ederse? “Elmayı tükürdüğüm güne lanet olsun” deyip cücelerin yanına döner mi? Şiddetli geçimsizlik yüzünden depresyona girip uykucu ile derin uykulara dalar mı?

Dişi taraf prenses, aristokrat, halktan ya da çok fakir bir ailenin kızı olabiliyor ama eril taraf hep prens! Prens bolluğu mu varmış o zamanlar yoksa bir prens tüm masallara yetişmiş nedir yani? Kurbağa sanıyorsun o bile prens çıkıyor! Gerçi prensin adı yok, o ayrı!
Bir de seçen taraf niye hep erkekler? Küçük deniz kızı dışında sevdiği adamı seçen hiç kimse yok, illa başlarına kötü bir şey gelmişken kurtarılacaklar!
Bizi düşünen kimse yok! Tek bir bakışta aşık olan prensli hikayelerle büyütüldüğümüz için hiç bir şeye sabrımız yok! Tanıştığımız an dudaktan öpücük, öpücük sonrası diz üstünde evlilik teklifi bekliyoruz. Tanıştığım an adam beni öpse-hem de uykudan uyandırarak- tokadı basarım o ayrı!

Eğer bir prens bulur da muradıma erer ve küçük bir prenses dünyaya getirirsem bu masallarla büyümeyecek o çocuk, şimdiden söyleyeyim! Kurtulmak için yakışıklı prense muhtaç olan pamuk prenses, prens yolu gözleyen külkedisi, fedakar rapunzel gibi karakterler arkadaşı olmasın! Ayrıca 20 kat şilte altındaki bezelye tanesinden de etkilenmesin, o kadar prensesliği eksik kalsın, anneyi delirtmesin!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...