fortfolio işte...

biraz şehir, biraz ilişki, biraz kadın, biraz erkek, biraz yalnız, biraz komik, biraz hikaye, biraz gerçek.

29 Aralık 2010 Çarşamba

Aşk Sponsoru: Güzel, gerçek ve hür!


Adım Marie ya da Claire değil ama ben O’yum! O'nlardan biriyim. Güzel, gerçek ve hür. 
Şehirli, yalnız yaşayan, kariyerine önem veren, renkli bir iş hayatı olan, alışverişe özellikle ayakkabıya tonla para dökme potansiyeline sahip, arkadaşlarıyla aile kuran, spora giden, uzakta yaşayan ailesiyle sırlarını paylaşan, hırslı, yaprak sarmadan sashimiye uzanan yelpazede yemek yapan, konserlerde tepinen, hayal kuran, hedeflerine adım adım yaklaşan, belli bir müzik ve film zevki olan genç bir kadın. Duygusal, komik, saçma, trajik, ilginç ilişkiler yaşayan demeyi unutmamalı! 
Hani 20 sene önce Marie Claire’in Türkiye’ye ilk geldiğinde empoze etmeye çalıştığı kadın tipi; benim.
O zamanki en modern genç kadınlara bile Marie Claire, Cosmo gibi dergilerin, tek gecelik ya da aktivite ilişkisi tanımları, evlenmeden yalnız yaşayan ya da evlense bile maddi gücüne sahip çıkan kadın tipini tarif etmeleri garip gelirmiş.
Bugün ise ben ve benim gibiler, kimi zaman o dergilerdeki uçuk yazıların hafif kaldığı hikayeler biriktiriyoruz. 
Zaman değişti ve sevsek de sevmesek de kadın, erkek, iş hayatı, ilişkiler de zamanla birlikte... 
Bu girizgahı yaptıktan sonra müjdemi verebilirim sevgili fortfolio okuru! 2011 ile beraber, yeni ve farklı yazılarıma Marie Claire dergisinden de ulaşabilirsin! 
Sayfalarda Şafak Ünal: Aşk Sponsoru’nu ara! Bulduğunda gülümse, doğru sayfadasın!

En çok emek harcadığımız şey aşk değil mi? Zaman ve emek, paradan çok daha değerli ve dönüşü olmayan şeyler... E bu blogu okuduğunuza göre biliyorsunuz, ben de aşka inanan ve bu konu hakkında kafa yoran biriyim üstelik modern zamanlarda daha da çok emek ve zamana ihtiyacı olan bir olgu olduğunu düşünüyorum. 
Yazılarım da bu minvalde, aşka değen konularda gezineceği için, okuyucular için sponsorluk yapmaya karar verdim. Bence çok eğleneceğiz!   
Ocak sayısında, evli ama açık ilişki yaşayan, sevgilileri olan bir çiftin hikayesini okuyacaksın! E hadi bayinizden isteyin! 
Yanında Marie Claire Maison da alırsan, tabii ki en sevdiğim sen olursun =) 

Yorumlarını, konu önerilerini, fikirlerini lütfen benimle paylaş!

26 Aralık 2010 Pazar

Mutsuzluk yatakta belli olur!


Yatarken değil kalkarken anlarsın mutsuzluğunu... Hani kalkman gerekir, mecburiyetler sıkıştırır ama sen yatağa kazınmışsındır. Karanlığa kalkmak, güne başlamak, mecburiyetleri yerine getirmek, saatleri ucu ucuna eklemek mi? Daha neler? Bir tek dileğim var, yorganı başıma çekmek!

“Uzun vadede mutlu olmak için” diye bi laf var ya... Gıcığım ben o lafa! Uzun vadede yaşayacak mıyız? Kime göre, neye göre uzun? Bir de gerçek bir laf ya, ondan gıcığım galiba.

İlişki iki kişilik değilmiş. Başlangıcı iki, gelişim iki, sonuç tek kişilikmiş. Tek kişi bir ilişkiye başlayamazken, aynı tek kişi bitirebiliyormuş. Sonuçta yine tek kişi kalıyormuşsun.

Çağrılmadan hayatımıza pat diye giren aşkı doğal; beklenmedik bir anda çıkmasını ise acı bulmak ne saçma. Nasreddin hoca'nın “kazanın doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne inanmıyorsun” fıkrası kadar saçma.

Tüm ilişkiler acaipleşti. Kadın, erkek, eşcinsel farketmez. İliş'meye karar veren kimse, bir diğerinin ne dediğini anlamıyor! Acaba egolarımız, kulaklarımızı da mı tıkadı? 

Yoksa ağzımızdan çıkanı, düşünme yetisini yolda bir yerde terk mi ettik? Harcamak kolay mı? Bize zor olan güzeldir diye öğretilmedi mi?

"İlişki istemiyorum" demek, büyük yalan. Seni istemiyorum, desene! Nolur böyle de! Madem gidiyorsun bari tuz dökme, tentürdiyotla sil de git yarayı. 

Neye göre seviyoruz birini? İlk sevdiğimizi hissetme anı nedir? Yoksa ondaki kendi suretimizi mi seviyoruz? Kendi kahkahamız, kendi orgazm anımız, kendi saçımızı savuruşumuz... 
Kendi kendi kendi... Şeker bile değil artık!

Peki neye göre artık sevmediğimize karar veriyoruz?Suretimiz çirkinleşiyor mu yoksa aslı mı çıkıyor gün yüzüne?

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken... İnsanlar önce birbirini beğenir, sonra severmiş, sonra sevişirmiş. Bugün önce sevişiyor, sonra o kişiyi sevmeye çalışıyoruz. Ne acayip değil mi? Dünyanın altı üstüne döndü. Yoksa libidolarımızın kurbanı mı olduk?
Yalnızken bir ilişki arıyoruz, ilişkinin içindeyken yalnızlığımızı özlüyoruz, ne bok istediğimizi bilmiyoruz! Bu arada ilişki falan aramak ne demek? Kız kurusu Sıdıka'nın evde oturup koca beklemesi kadar yalan! 

Birine iliş'mek istersen, adı X olsun Y olsun... O zaman sana inanırım! 

22 Aralık 2010 Çarşamba

Yoksa Siz Hala?

foto: Koray Erkaya


Eylül sonunda yeniden açılan Pera Palas'ı hala görmediniz mi?  Gidip Orient Bar'da bir kadeh şarabın,
Patisserie de Pera’da bir dilim Fransız pastasının tadına bakmadınız mı? 
Tamam, madem gitmediniz, şimdi beni dinleyin, biraz bilgiyle iştahınızı kabartma niyetindeyim! 
Sizi düşünüyorum çünkü 2011'de burası, kesinlikle şehrin çekim merkezlerinden biri olacak! 

I. Dünya Savaşı, İstanbul’un işgali, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet’in ilanı ve II. Dünya Savaşı gibi birçok tarihi olayın sessiz ve vakur tanığı olan ve Galata’dan Haliç’e, Eyüp sırtlarından Tepebaşı’na uzanan manzaraya sahip Pera Palace Hotel, açılışının üstünden yüz yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen büyüsünü koruyor. Otel, özenle seçilmiş “Beyaz Carrara” mermerleri, seçkin “Murano” camından üretilen ihtişamlı avizeleri, tümü el dokuması Uşak halıları ve orijinal antika mobilyalarıyla 19. yüzyılın asaletini yansıtıyor.
  
Dünyaca ünlü Orient Express, 1888 yılında Paris-İstanbul seferlerine başladığında, İstanbul’da Orient Express yolcularının alışkın oldukları yüksek standartları sunabilecek bir otel yokmuş. Bu boşluğu, kısa süre sonra kuruluş çalışmalarına 1892 yılında başlanan, 1895’te ise açılış balosu yapılan Pera Palace Hotel doldurmuş. Otel için Haliç’in muhteşem manzarasına hakim, kültürel faaliyetleri ve sosyal aktiviteleri nedeniyle ‘Küçük Avrupa’ olarak bilinen Pera’nın Tepebaşı bölgesi özellikle seçilmiş.

Otel, şehrin en ihtişamlı yapılarından biri olarak açıldığında, birçok ilkleri de İstanbul’la buluşturmuş. Kentte Osmanlı sarayları dışında elektriğin verildiği, ilk elektrikli asansörün ve akar sıcak suyun bulunduğu bina sıfatlarına sahip olması önemli tarihi detaylar arasında… 

Pera Palace Hotel, İstanbullu bir Levanten olan Alexander Vallaury tarafından tasarlanmış. Osmanlı Bankası ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin de mimarı olan Vaullary, İstanbul’da günümüze kadar gelen güzel binalara imza atmış. Art Nouveau, Neo-Klasik ve Oryantalist mimari tarzları bir arada kullandığı Pera Palace Hotel, 19. yüzyıl sonu İstanbul mimarisinin tipik bir örneği. 

Otelin en ünlü müdavimlerinden biri Agatha Christie. Dünyaca ünlü polisiye roman yazarının hayatında kimsenin bilmediği kayıp 11 günün sırrının, 1934 yılında yayımlanan “Doğu Ekspresi’nde Cinayet” romanını tasarladığı Pera Palace Hotel’de olduğu söylenir.

Yenileme çalışmaları iki boyutta yürütülmüş, bir yandan binanın mimari özellikleri vurgulanıp özgün karakteriyle uyumlu çağdaş öğeler eklenirken, diğer yandan da otelin uluslararası standartlarda bir işletme olması için gereken teknik altyapı oluşturulmuş. Restorasyon çalışmalarında tarihi asansör de tüm teknik altyapısı yenilenerek korunmuş ve Kubbeli Salon’un üzerinde bulunan, önceki yıllarda havalandırma amaçlı kullanılan altı kubbenin üzerindeki cam tavan, orta boşluktan tüm lobi katının doğrudan güneş ışığı almasını sağlanmış.

Tamam mı? İştah kabardı mı? Şimdi, kalmaya mı gidersiniz, ana restoranı Agahta'da
Şef J.W Maximilian Thomae'nin Orient Express’in güzergahındaki en önemli durakları olan Paris, Venedik ve İstanbul’dan hareketle, klasik Türk malzemelerini uluslararası tekniklerle buluşturan lezzetleri mi tadarsınız bilemem. 

Ama bir içki için Orient Bar'a uğradığınızda, telefon ederseniz, katılabilirim. Belki.  

19 Aralık 2010 Pazar

Avut-sana beni!


 Şimdi hiç bir laf avutmaz seni. 

“Canım” diyene canın çıksın demek adettendir. “Güzel” diyene, iyi de ne işime yarar... “Akıl” diyene gel popoma takıl... “Diğer seçenekleri unutma, teslimiyet yok” diyene ise... Hıhlarsın sadece bol ünlemlisinden ve “kimse beni anlamıyor” gülümsemesi dudaklarına yapışır.
Diğer seçenek derken? Ben tümünü tek koşula indirdim bile!

Hiç bir laf avutmaz seni, sevgiliden gelmedikçe...

Bir yandan da sonsuz bir umut ararsın başkalarının “olucak bence” laflarında, açılan kahve fallarında...
Ondan gelecek cümleleri hayal edersin. Aynı cümleleri bir başkası söylese, gözlerini devirerek kaçar ya da sahte kahkahaları atarsın, o söylese midene kramplar girer.

Derin bir tek ona incelmiştir, sadece onu derinine almak istersin. Yarını düşünmeden! Yarını düşünmezken kendini on yıl sonrasını hayal ederken bulursun. 

Evrene kötü düşünce göndermeyeceğim diye düşüne düşüne kendini hasta edersin. 
Karnın ağrır, migrenin tutar, çenen sıkışır, sesin kısılır. Beyninin en saklı kıvrımına, tüm kötü fikirleri saklarsın. Hani arkadaşlarının bile sana söylemeye cesaret edemediği kadar çıplak olanları... Arada açıp bakarsın, ya beni istemiyorsalar, beni unuttular, başkasına aşıksalar saçılır ortaya...
Neyse ki küçük bir umut gelir, bir anlık güzel bir hatıra ya da güzel bir söz, derin bir nefes alır, pandoranın kutusunu kapatırsın.
Telefon her çalışında ya oysa dersin... Lanet olsun bu kız niye arıyor şimdi beni?

Her ona benzeyen adam gördüğünde kalbin sıkışır. Zavallı kalbin... Neler çekti senin eserekliğin yüzünden...
Onun olduğu sokaklarda gezmek istersin. Sadece o online mı diye bakmak için facebook’u açarsın. Facebook olmazsa belki twitter'a bir şeyler yazmıştır analiz etmen için, sonra msn’e bakarsın. 
O yoksa durmanın da bir anlamı yok, hemen çevrimdışı!

Evet, belki de asıl kelime bu! Çevrimdışısındır. Onun dışında her şeye...  
Saatler geçmek bilmez, her konuşandan sıkılırsın. Canın ne içki ister, ne yemek, ne uyumak ister ne uyanmak... Onsuz bir güne başlamak sadece boktandır.

Ama belki akşama arar. Aramazsa ertesi gün var. Pandora’nın kutusunda bir tek umut kaldı. 

15 Aralık 2010 Çarşamba

Umut-suzsunuz! Yoksa umutlu musunuz?

Bazen büyük bir umutsuzluk bulutunun içine girip, bağdaş kurup oturuyorum. Evet benim kocaman, koyu gri renkte bir umutsuzluk bulutum var. Beni, hatta kötü fikirlerimi içine alacak kadar büyük. Öne arkaya sallanarak kuzu kuzu oturuyorum içinde, asık, düşünceli ve soru işaretli bir ifade de benimle birlikte…
O bulutun içinde tüm kötü düşüncelerim, sevilmeme, gelecek korkularım, sevdiklerimi kaybetme endişem, hatta çirkinleşme korkum bile var. 

Yine girdim koyu gri bulutuma ve düşündüm.
Yo dostum yo, benim evlenmek gibi bir derdim yok. Hatta beni ölümüne korkutan bir durum bu. Sürekli aynı adamla yaşamak, aynı adamla sevişmek, sabah onunla uyanmak beni korkutuyor. Zaman geliyor kendimden sıkılıyorum, bir başkası olmak istiyorum, elin adamından nasıl sıkılmayayım?
O elin adamı benim gece mavisi salon duvarlarıma laf edecek, bayrak kırmızısı mutfağımı sevmeyecek ve beni bej renkli bir kadın yapacak gibi geliyor. (Kan çıkar o ayrı!) 

Her akşam benden yemek bekleyecek, tost yapınca surat asacak gibi geliyor. Arkadaşlarımla iki saat telefonda dedikodu yapmamı gereksiz bulacak ve dırdır edecek gibi geliyor.

Sevmediğim bir filmi zorla izletecek, istemediğim bir davete sürükleyecek gibi geliyor.

Kız kıza gece dışarı çıkmalarımı anlamayacak ve kızacak gibi geliyor. Bak anlaşalım sen de istediğin gibi çık, eğlen, playstation oyna ne bileyim bira içip ayı vurmaya gidin ama bana karışma diyesim geliyor.

Sonra her şeyden önce düğün dernek telaşı çok sıkıcı geliyor, ona harcanan parayla ne biçim tatil yapılır, yeni ülkeler görülür diye düşünüyorum. (Bir gecede elalem eğlensin diye harcayacağım parayla bir ay gezer, dünya turu yaparım. Yaparız.)

26 yaşındayım ya, bu aralar bir sürü arkadaşım evleniyor, altınımı alıp gidiyor, başkasının düğünü diye gayet de göbek atıp, eğleniyorum. Ama düğünden bir süre sonra, o çifti düşündüğümde “yazıııık sıkılıyorlardır şimdi evde” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Sanki ben evde hiç sıkılmıyorum!
Kızı salonda ütü masasını kurmuş adamın gömleklerini ütülerken, adamı da televizyon karşısında bira içip çerez yerken hayal ediyorum. Manyak mıyım ben? Sanki benim hiç boş geçen gecem yok!

Niye benim de normal hayallerim yok? Neden o çok pahalı düğün salonunda adamın ayağına bastığım sahneyi hayal etmiyorum? Neden gizliden gizliye bir gelinlik modelini belleğimde tutmuyorum? Neden nikah sahnelerini izlerken “iyi hoş da evliliklerin %50’si boşanmayla sonuçlanıyor, o n’oolcak?” diyesim geliyor. Karamsar mıyım ben?

Bir dakika… Ben buluta nasıl girdiğimden bahsedecektim, nereden geldik bir belediyenin ilişkimi onaylama konusuna?
Buluta girdim çünkü ben istediğim gibi bir aşk bulamamaktan, bulunca devam ettirememekten korkuyorum. Sevilmek ve sevmek eylemlerini aynı anda gerçekleştirememekten korkuyorum. Düzgün adam yok, bu da çöpe diye diye günlerimi gecelerimi harcamaktan korkuyorum. 

Yalnız kalmak değil derdim… Herkesin her koşulda yalnız olduğuna inanıyorum öte yandan harika insanlarla çevrili dünyamda hiç de yalnız hissetmiyorum.

Şimdi bu yazıyı bağlamak, çarpıcı bir final paragraf yazmak lazım, öyle değil mi? Kendimden bunu beklediğim için delirmiş olmalıyım.
Ben soru işaretlerimi bağlayamıyorum daha! 

12 Aralık 2010 Pazar

Kadının bekarı, erkeğin eşlisi makbuldür!



Kadın bekar iken, erkek eşli iken (sevgili ya da evli farketmez) daha çekici oluyor. Çevresine, arkadaşlarına, flört seçeneklerine hatta ailesine bile daha makbul. 
Farklılıklar tabii ki olacak ama bu da neyin nesi demeyin, ne de olsa biri Mars’tan, öteki Venüs’ten... Çekim yasası nasıl mı çalışıyor? Gelin, anlatayım. 
 Kadın, bekar iken, sevgilisi, kocası, flörtü, heyecanı yok iken daha özel bir hale bürünüyor. Öyle, nasılsa sevgilim var kafası yaşamıyor, bakımsız olmuyor, kilosuna, makyajına özen gösteriyor.

Kendini sevgiliye, evde onunla geçen zamanlara adamıyor. Böylece arkadaşlarına daha çok zaman ayırıyor, evde onlara yemekler yapıyor, sürprizlerini onlara saklıyor. 

Enerjisi bitmiyor, ne de olsa seks yapamıyor, kendini aktivitelere adıyor. Spora gidiyor, kurslara yazılıyor, dışarı çıkıyor, sosyalleşiyor. Sıradan erkek arkadaşlarının dışarı çıkarken damı ya da dert ortağı, kız kıza gecelerin ise yıldızı oluyor. Üstelik kapısı her gece 3’te çalınabilir oluyor, en fazla yalnız uyuduğu yataktan kaldırmış olursun. 

Enerjisi bitmiyor, işine odaklanıyor. Neyi nasıl yaparım, nasıl daha çok para kazanırım, kariyer hedeflerime kaç senede ulaşırım yolculuklarına çıkıyor.
Yolculuk demişken, bir bekar kız arkadaşını daha peşine takıyor-etrafta ondan bol ne var- yurtiçi/yurtdışı seyahatler planlıyor. Yeni yerler, yeni kültürlerle beynini zenginleştiriyor. 

Ailesine daha çok vakit ayırıyor, bayramlarda sevgili kolunda yurtdışı gezmelere gitmek yerine baba arabasında akraba ziyaretine gidiyor. 

Umutlu oluyor, sevgili dertleri yaşamıyor, sıkıntıyla bezmiyor ama aşka inanmaya devam ediyor.
Deniyor. Denedikçe biriken komik flört anıları ve karikatürize edilmiş eski sevgili hikayeleriyle arkadaş sohbetlerinde başrole oturuyor. 

Söylemeye gerek var mı tabii ki potansiyel erkekler için daha çekici bir flört oluyor. Erkek, sevgilisi olan kadını (ona çok aşık değilse) ayırmaya çalışmaz kardeşim! Diğer erkeğe saygısından, belki biraz korkusundan, belki uğraşmaya takati olmadığından...
Kadın, bekar ise, potansiyel erkek ona her istediği muameleyi yapma hakkını kendinde görüyor, yazabilir, bırakabilir, çıkabilir, yatabilir, sevebilir...

 Erkek ise eğer bekar değilse, bir beraberliği var ise daha özel bir hal alıyor.
Şöyle başlayalım, siz hiç baş başa tiyatroya giden iki erkek arkadaş gördünüz mü? Erkeği bir başka boyuta taşıyan hayatındaki kadın oluyor tam bu noktada. Erkek, kadınını memnun etmek için operaya, baleye, sergiye giderken aslında kendisi besleniyor. Yeni yemekler tadıyor, farklı geziler yapıyor.

Ailesine daha yakın oluyor, vefasız erkek çocuğundan sevgilisi kolunda ziyarete giden evin oğluna dönüşüyor.

Sıradan kız arkadaşları için, yanlış anlaşma olmadan sırdaş oluyor. “Seni özledim arkadaşım” lafını daha sık duyuyor.

Sevgilisi olan adam kendine daha çok bakıyor, sporuna dikkat ederken, eşinin yaptığı sağlıklı yemeklerle rejimini destekleme şansı buluyor. Pizza siparişi vermek yerine, ızgara tavuk yiyor.

Sevdiği olan erkeğin kalbi yumuşuyor, empati gücü artıyor, hayalgücü yükseliyor. Hayalgücünden sürprizleri de nasibini alıyor.

Düzgün bir ilişkiye sahipse, şüphesiz ki işinde de daha başarılı oluyor. Hangover sabahlarda ofise gitmiyor, kafasını yoran bir şey olmayınca mesleğe yoğunlaşabiliyor. Başarılı erkeğin arkasındaki kadın kafası.

Şimdi diyeceksin ki faka bastın, erkek arkadaşları şikayetçi oluyor, hayır yalnışın var! Sevgilisi olan erkek, arkadaşlarıyla çift grupları halinde daha çok vakit geçirebilirken bekar kankaları için keyifsiz bir hal almıyor. Çünkü erkek, zaten sevgili adına arkadaş ekme olayına sıcak bakmıyor, onlarla beraberken bıkbık kız arkadaşından bahsetmiyor. Siz hiç bira ortamında gece uyurken sevgilisinin nasıl sevimli sesler çıkardığını anlatan erkek gördünüz mü?

Ayrıca arkadaşlarla çıkılan av gecelerinde aç köpek olmuyor. Hem “hadi bekar takılalım bu gece” teklifi, bekar olmadığı için daha heyecan verici oluyor, böylece daha katılımcı oluyor. Zaten sevgilisi olması erkek için, wing man (sen ona yaz ama bak bu benim ya da sen oyala arkadaşını kafası) olmasına engel değil ki, veriyor desteği arkadaşları kızlara sayesinde yazıyor. Üstelik ortamın güzel kızına talip olmaya kalkmıyor, kalkarsa da hemen “ayşe nerde şimdi dostum” lafını yiyor en yüksek perdeden.

Potansiyel kadın flörtler için ise çok daha çekici oluyor. Kızlar, hadi itiraf edelim, birinden hoşlandığımızda sevgilisi var diye vazgeçmek yerine tam tersi gaza gelip, “ayırırız abi ne olacak” kafasına giriyoruz. Üstelik adam denenmiş, adam çift olmanın ne demek olduğunu biliyor, sevgilisi varsa “adamda bir şey var ki beraberler” diye düşünülüyor. Aslında her adam her kadına aynı davranmaz bunu gözden kaçırıyoruz ama adamın market değeri artmış, piyasası zenginleşmiş oluyor.

Peki bu yazıyı şimdi ben nereye bağlayacağım? Evet kadın bekar, erkek eşli durumdayken daha özel, daha çekici, daha eğlenceli bir hal alıyor ama tüm kadınlar bekar gezsin, tüm erkekler sevgili yapsın diye mi tavsiye edeceğim? Matematikte kötüyüm ama bu kadar değil!
Belki şunu önerebilirim, kadın sevgilisi varken bekarmışcasına, özenli günlerini unutmadan yaşasın ki çekiciliği daim kalsın, erkek de bekar iken sevgilisi varmış gibi özgüvenli kalsın... Oyunlar tüm hızıyla devam etsin.

9 Aralık 2010 Perşembe

Küçük bir diyalog



 —Keşke ilişkimtraklar bittikten sonra bu kadar kısa sürede atlatmasak...
—Belki büyüdüğümüz için oluyordur.
—Keşke büyümesek... İlk aşk ya da samimi gerçek bir ilişki tüm o saflığı içinde bir yerlerde taşıdığı için o kadar özel ve güzel olmuyor mu?
Evet ama o kadar çok şey yaşadık, o kadar üzüldük ki artık daha zor üzülüyoruz. Kabuğumuz kalınlaştı görmüyor musun, zamanın ilaç olduğunu duymakla yetinmedik, tecrübe ettik.
—Hayır işte keşke böyle olmasa... Keşke kalbe dair şeyleri bu kadar kolay atlatmasak! Bak dün mesaj attım, cevap yazmadı. Demek ki bitti(!!!) ve ben sinir oldum, tüm gün herkese bunu anlattım. Şu anda 24 saat geçtikten sonra artık o kadar üzülmediğimi, üzülerek fark ediyorum. Geçti mi yani? Bu kadar çabuk geçtiyse gerçek bile değildi demek ki... Yok, gerçekse nasıl bu kadar kolayca salladım, bu kadar mı duygusuzum?
— (Cevap yok)

İlişkimtraklar; adama ağız tadıyla bir ayrılık acısı bile yaşatmıyor. Kekremsi bir tat, "yine mi aynısı yahu" bakışı... İşte o kadar!
Kötü hissettiren, hayallerinin yıkılması ve insan ister istemez (daha başındayız dese bile gece yattığında) hayal kuruyor... 
En çok buna yanıyor olmak da çok acınası değil mi?
Tabii bir de ne olursa olsun istenmemenin bünyede yarattığı hafiflik... 
O da işte 24 saat, bilemedin güzel hatrın için 48 saat sürüyor!

5 Aralık 2010 Pazar

Adama kendini adama!


Kadın şeytandır değil mi? Hep plan yapar, oyunlar oynar, saman altından su yürütür. 
Yok efendim, öyle değil işte! Kadın, kimi zaman çok yumuşak ruhludur, saftır, çabucak kanar, kandırılır, tüm kalbiyle yeniden inanmak ister, görmek istediğini görür, kalbini kaptırıverir. Kapılıp gider.
Sonra ağlar. Şantaj ya da timsah gözyaşı değildir, kalbi kanadığı için gözünden damlalar çıkar.
Çıkmasın! Biraz açsın gözünü! Öyle adam olmadan cin çarpmaya kalkanı, görsün. 
“Bu başka” demesin. Hele “ben başkayım onun için” hiç demesin.
Adamasın kendini beş kuruşluk adama.

lovesick olmak çok fena! 

Fırıldak ruhluya, sağ gösterip sol vurana. Elimin tersiyle de ben vuracağım. Ben yapacağım, olacak!

Ailesini hiç sallamayan, annesine kötü davranana. “İlk kadın” kavramı leş olan heriften hiç bir şey beklenmez.

Zamana bırakalım diyene. Alooo pilav mı bu, dinlenince daha diri olsun?

Çok kıskanç adama. “Kişi kendinden bilir işi” deyimi onlar için geliyor.

Ben sana bir ilişki vaat etmedim diyerek omuz silkene. Ben de sana vaat etmedim de o zaman niye öptün beni? Neden günlerce aradın, sordun, görüşmek istedin, elimi tuttun. Neden?

Bencil, çok bencil, otomerkezci adama. O kendini düşünsün, sen kendini. İstersen gönül eğlendir ama Ben’ciden “Biz” diye bir şey bekleme.
seviyorum ama kimi
en pislik birisini.
Seni arkadaş olarak görüyorum’cuya. Acaip arkadaşlık türleri mi türedi, hani sevişmeli cinsinden...

Şu an ilişki düşünmüyorum kişisine. Düşünce gücüyle değirmen suyu dönmez bebeem!

Çok çapkın takılana. Teoman’dan geliyor; çok kadın yok kadın’dır oğlum, yalnızlıktır sonu.

Çevresindeki arkadaşlarını, sadece kendi çıkarı uğruna seçene. Çok önemli göstergelerden biridir bu; dostluk kavramı minimumda, bununla iş yaparız, beriki aracı olur, bu da işime yarar’cıdan topuk kaç! Çünkü işine yaramadığın ilk gün, o da senden kaçacak.  

Eski sevgilisini, karısını sürekli mevzu bahis yapana. Çözülemeyen ilişkiler, bitirilemeyen aşklar hep kafasını karıştırır, aradan sene geçer, bakarsın ona döner. "Ben ona herkesi unuttururum" kafası yanılgıdır. Erkek kadın farketmez, kişi sadece kendi becerir unutmayı, yola devam etmeyi. 

Arayacağım deyip aramayan, arayınca niye aramıyorsun diye zeytinyağı sitemi edene. Hadi be sende, yarım akıllı! Hepimiz öğrendik değil mi? İsteyen adam arar; iki kere iki dört. Dön de poponu ört! "He's just not that into you" filmini arşivinize katın lütfen. 
bile bile lades

Demek ki ne yapıyormuşuz? Flört başındaki ipucuları dikkate alıyor; kendi inanmak istediğimizi, beynimizde yaratmak yerine gerçekleri görüyormuşuz.
Müjdemi isterim, gerçek ve samimi adamlar dışarda bir yerlerde var! Gerçekten! 
Üstelik onlar da ortada “doğru düzgün kız kalmadı” diye yakınıyor. 
Çerçöp ile vakit kaybetmek, başarısız ilişki listesine çentik atarak inancınızı ya da saflığınızı kaybetmek yerine onlara yönelin. Yukardakileri gördüğünüz yerde vın pozisyonunu alın.
Armudun sapı, üzümün çöpünü ayıklamaya kalkışın demiyorum bak, yanlış anlaşılma olmasın. Ayrıca siz mükemmel karakter, wonder women falan mısınız canım? Sadece bile bile lades tutmayın, denenmişi denemeye kalkmayın, gözünüzü dört açın, içine gözyaşı kaçmasın!

Ders bitti, dağılabilirsiniz. Eklemek istediğiniz, unuttuğum bir şey varsa, yorumlarınızı bekliyorum. 

1 Aralık 2010 Çarşamba

Yalnız yaşayanlara pratik yemekler


Merak ediyorum mutfakta bile kadınla erkek neden bu kadar farklı?
Kadın yemek yapınca; annesi tarafından bu alanda titizlikle eğitilmiş, pre-evlilik hazırlıklarını tamamlamış domestik bir imaj çizerken, erkek basit bir yemek bile hazırlasa; özel ilgi alanında marifetlerini ortaya seren seksi aşçı elbisesini üstüne giyiveriyor. 
Yemek yapan bir erkeğe kimse karşı koyamazken, kadının mutfağa girmesi anne suretiyle eşleşiveriyor. Zaten araştırmalar ve tecrübeler de mutfakta iyi olan erkeğin yatakta da iyi olduğunu söylüyormuş. Neyse, bu sefer kıyaslamalara girmeden kadın ya da erkek için kolayca yapılabilecek ve şık yemek tarifleri hizmetini sunacağım. Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçiyorsa kadınınki de beyninden geçiyor. Hem mideye hem akla hitap etmek isteyenler için 4 farklı seçenek... Mutfağa girmekten korkanların bile anlayabileceği ölçülerde üstelik.

Et tercih edenler
Kırmızı et sunmak isteyenler, yapacaklarınız çok basit. Eve giderken manava ve kasaba uğrayın, manavdan bir demet roka ve fesleğen alın. Kasaptan et isterken ızgara yapılacak dana antrikot isteyin. Çok yağlı olmamasına dikkat edin, hayır ne biftek ne bonfile, en güzeli antrikot. Kişi başına 2-3 dilim düşecek miktarda almanız yeterli.  Yeşillikleri bir güzel yıkayın, aman topraklı kalmasın. Sonra düz servis tabaklarına, mümkünse geniş beyaz tabaklara, bol roka ve fesleğen demetinin yarısını bölüştürerek yatak oluşturun. Yatak dediysek aklınız başka yere kaymasın lütfen! o bir sonraki fasıl. 
Küçük bir kapta biraz zeytinyağı, nar ekşisi ve tuzu karıştırın. Etleri tavaya atın. Yüksek ateşte ızgara yapın. Bu esnada bir çay kaşığı kekik, karabiber, tuz atın. Dışı sert, içi yumuşak kalacak şekilde pişirdikten sonra nar ekşili sosu yeşilliklere dökün ve üzerine etleri sıralı bir şekilde yerleştirin. Bu kadar basit, en fazla 7 dakikada hazırlanacak şık yemeğinizi afiyetle yiyin.

Soyalı somon
Herkes somon sevmez ama bu somonu sevmeyen görmedim. Balıkçıdan kişi başına kalın birer dilim düşecek şekilde somon alın. Tavaya balıkları yerleştirin. Yağ koymaya gerek yok, somon zaten yeterince yağlı bir balık. Yarım çay bardağı su koyun ve ocağı yakın. Başından ayrılmayın somon çok çabuk pişer, hatta artistik hareketlerle misafir geldikten sonra bile şov yapabilirsiniz. Balığı spatulayla 1-2 kez çevirdikten sonra pembemsi bir renk alacak, üzerine bir su bardağı (iki balığa bir bardak) soya sosu dökün. Soya sosunun içinde de bir kez çevirin. Sos yanmadan balığı tavadan alın. Hem havalı hem de 3 dakikada hazır bir yemek!

Kimyonlu patates
 Hani marketlerde plastik kaplar içinde küçük şirin patatesler var ya, işte o taze patateslerden bir kutu kapın. İki-üç adet beyaz soğan işinizi görecek. Evde kimyon varsa tabii! Beş adet patatesi soyun ve incecik yuvarlak şekilde dilimleyin. Teflon tavanın dibine çok az, yani patatesler yanmayacak miktarda zeytinyağı koyun. Patatesleri ince ince dizin. Soğanları da halka şeklinde kesin ve halkaları birbirinden ayırın. Patatesler 3-5 dakika yumuşadıktan sonra soğan halkalarını üzerine atın. Biraz kavurduktan sonra üzerine bol kimyon (en az iki çay kaşığı), bir çay kaşığı karabiber ve tuz serpiştirin. Tavanın üzerini bir süre kapatın ama patateslerin çok yumuşamasına izin vermeyecek şekilde. Patatesler hafif yumuşak hafif çıtır kıvama gelince servise hazır. Et, balık ya da tavuk her türlü yemeğin yanında garnitür olur, çok da güzel durur.
 Körili tavuk
Tavuk seçerken kalça olmasına dikkat edin. Göğüs tatsız, butlar ise kemikten ayırması zor oluyor. Beş adet kalçayı ağza gelecek boyutta, ne küçük ne de büyük olmayan parçalar şeklinde kesin. Anladınız siz o boyutu! Tavaya yine az yağ koyun. Tüm bu yemek tariflerimiz oldukça da sağlıklı seçenekler hani! Üç adet biberi ve 4 adet sarımsağı küçük parçalara bölerek yağa atın, biraz kavurun. Biberler hafif yumuşadıktan sonra üzerine tavukları atın. Spatulayla karıştırmayı unutmayın. Eğer tavuklar yapışacak gibi olduysa yarım çay bardağı su eklenebilir. Üzerine her markette bulabileceğiniz köriden damak tadınıza göre 2-3 çay kaşığı serpiştirin. Karabiber, toz kırmızı biber ve tuz eklemeyi unutmayın. Yemek hazır olduktan sonra üzerini kaplayacak şekilde kaşar rendesi ekleyin. Pek asortiksiniz pek, köriler falan...

“Bana dışardan pizza söyledi” cümlesinin “Bana yemek yapmış elleriyle” cümlesinin yanında ne kadar güçsüz kaldığını fark etmişsinizdir. Unutmadan sofra düzenine özen gösterin, lezzet kadar imaj da önemlidir ve sadece gerçekten hoşlandığınız biri için mutfağa girin. 
Sıcak servis yapın, afiyet olsun! 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...